December 29, 2013

elindeki her şeyi bırakıp koşacağın bir insan var mı? en son ne zaman durup, zamana meydan okuyup çimenlerde soluklandın? nefes alıyorsun. peki bu yaşadığını kanıtlamaya yeter mi? hayatınla ne yapıyorsun? sana sunulan zamanı hakkıyla yaşıyor musun? güzel bir şiir okuyalı ne kadar zaman geçti? peki güzel bir şarkı mırıldanalı? her şeyi bir kenara bırak. önündeki kitapları kapat. sınavları unut. kafanı kaldır ve pencereden bak. ağaçları seyret. bir fincan çay iç. sokağa çık. nereye gittiğini bilmeden yürü biraz. bir kediye rastla. kendin için bir şeyler yap. nefes alıyorsun. peki yaşıyor musun? sokağa çık. çünkü hayat sokaklarda. çık ve hakkın olanı al. çünkü en güzel elbisemle seni sokaklarda bekliyorum. seni bekleyeni al. yaşa.

December 26, 2013

bilmemenin dayanılmaz hafifliği diyordu. öyle miydi gerçekten. artık emin olamıyordu. tuhaf diyorlardı onun için. olsundu. tuhaflığını seviyordu. bir gün bir kadın ya da adam, tuhaflığına rağmen ve tam da tuhaflığı için sevecekti onu. saatlerce yürümüştü. karanlık çökmeye başlamıştı toprak yola. tam bu an kitaplıktı. sabahattin ali'nin kaleminden çıkma bir sahne sergiliyordu. bu ona tuhaf bir zevk veriyordu. türk edebiyatını düşündü. bu coğrafyanın yarattığı yalnız adam ve kadınları. okuduğu tüm romanları düşündü. tanpınar'ları, yaşar kemal'leri düşündü. acı dolu adamlardı bunlar. soysal'ları düşündü, füruzan'ları. acıyla yoğrulmuştu hepsi. bilge adamlar ve kadınlar. bilgelik diye düşündü, bilmemenin dayanılmaz hafifliğinden geliyor olmalıydı. belki de bu yüzden tuhaf diyorlardı ona. desinlerdi. bildiklerini sanmanın dayanılmaz ağırlığından böyle konuşuyorlardı.

December 23, 2013

anais,

seni özlemiyorum hayır. seninleyken olduğum insanı özlüyorum ben. ayrılık hep iki kişiyle ilgiliymiş gibi gelir insana. alakası yok. bu benimle alakalı. ayrıldıktan sonra sana ne olduğu umrumda bile değil aslında. umrumda olan bana ne olduğu. yılgınlaştım. misk kokan bir kadın her zaman tehlikelidir. bunu bana sen öğrettin. mağlubiyet hiçbir zaman işime gelmedi. bu yüzden hep ben terk ettim seni. ne var ki ilk sen mağlup ettin beni. ayrılmak istiyorum dediğimde gülümsedin. dudaklarını ısırdın. tam o an kendi kaleme gol atan bir kaleci mahcubiyetindeydim. her şey değişir. 4.4 milyar yıl öncesinde dünya yörüngesinde 2 ay vardı. şimdi kimseler bunu bilmiyor. kimse plüto'dan bahsetmiyor. sen beni anmıyorsun. ben yüzünü parça parça unutuyorum. değişimden geriye kalan kırıntıları özlüyoruz. seni özlemiyorum hayır. belki kırıntılarını, biraz da kendimi.

elif'den kalan kırıntılar

December 20, 2013

dedi.

düpedüz dedi, hudutsuz. çimlere uzanmak gibi dedi. üşümek gibi. karıncalanmak gibi. kedilerden bahsetti. bir sigara sardı, yarısına kadar içti. anlaşılmak istiyordu. sevilmek. ama daha çok sevebilmek. korkmadan sarılmak gibi dedi. uyur uyanık konuşmak gibi. uyurken son gördüğü, uyanınca ilk gördüğü gibi saçma değil dedi, sarılmak işte. dingin dedi. yorgun dedi. uyumak istiyordu. kedi gibi kıvrılmak. soğuktu. esnemek gibi dedi. anlaşılmamaktan korkuyordu. çay içmiştik dedi. çay içtiğin insanla nasıl kötü olabilirsin ki. oluyor işte dedi. hür hissetmek dedi. hür değildi. üşüyordu. hudutlara takılıyordu. düpedüz gidemiyordu. sigaranın kalan yarısını içti. çay içelim mi diyecekti.

diyemedi.

November 26, 2013

she had a pet dragonfly

bizi biz yapan ne? giydiğimiz kıyafetler, okuduğumuz okullar, belki hesapladığımız paralar. beni ben yapan seçtiğim adamlar, okuduğum kitaplar, sevdiğim kediler, dokunduğum eller, oturduğum kaldırımlar. bugün saatlerce soğuk bir taş merdivende oturdum. hayal ettim. gittiğim kentleri, yürüdüğüm arnavut kaldırımları, dokunduğum hayatları. evimi hayal ettim, içinde beni bekleyen kedimi. sigaram defalarca söndü, oradan geçen adamlar ve kadınlar ellerime bastı, ayaklarıma çarptı, beni ezdi geçti. çünkü benim hayal ettiğim ev buluttandı, çünkü o ev kaç odalı olacak, koltuklar kaç para hayal edemiyordum. kedimi düşünüyordum, sevgilimi düşünüyordum, yusufçukları düşünüyordum. çünkü beni ben yapan ayağımdaki ayakkabılar değildi, çünkü saatlerden ya da arabalardan konuşmuyordum. seni bekledim biraz. sigaram defalarca söndü. sen gelmedin. gelsen beni görürdün, belki o adamlar ve kadınlar görmüyordu ama sen kesin görürdün beni. yanıma otururdun, belki bir çay içerdik. sana evimi anlatırdım, kedimi anlatırdım. sen de benim kadar heyecanlanırdın. ne okuduğum okullar önemli olurdu, ne elimden geçen paralar. defalarca soru düşündüm, defalarca sigaramı yaktım. çayım soğudu. ellerim üşüdü. gelmedin. bizi biz yapan ne? görmeyi seçtiklerimiz.

November 21, 2013

kalabalık-laşmak

şimdi sen üzgünsün ya bir şiir okurum sana. kalabalıklar içinde yalnızlaşırız ama ellerini tutarım, güçleniriz, kalabalıklaşırız. göğe bakar çaylarımızı yudumlarız. ellerimi tutarsın, belki biraz ağlarız. ağlamak ayıp değil, kabahat hiç değil. hepimiz hanelerimizde ağlarız. yaşların akması gerekmez ağlamak için. sessiz ağlamak daha büyük erdemdir. ellerini tutarım birlikte hüzünleniriz. kuşları seyrederken devleşiriz. belki bir kedi görürüz. kucağıma yatırıp severim. ellerimden tutarsın birlikte büyürüz. seni bir daha aramam belki ama bulursun beni, gelip tutarsın yine ellerimi. büyürüz, güçleniriz. şiir okursun belki bana, üzülürüz birlikte. sefil oluruz, evsiz derler bize. modern şehrin delileri oluruz, tutarsın ellerimi. gelişir kalbimiz, büyür ellerimiz. arama beni vita, sadece tut ellerimi.

(21/11/2013'de yazılmış, niye yayımlanmamış.)

November 20, 2013

2013, kasım

sınava çalışırken geldin aklıma. kronoliji ne tuhaf şey. 1961, menderes'i astılar. 1975, lübnan'da iç savaş başladı. 1980, jr vuruldu. 1980, 12 eylül türk ordusu darbe yaptı. 1992, 2 ekim brezilya polisi carandiru hapishanesinde katliam yaptı. 1992, 5 ekim güven hastanesinde doğdum. peki senin ve benim kronolijimiz? 2011, merkez kampüsü ilk kez karlar içinde gördüm. kim bilir sen neredeydin o sırada? 2012, ilk kez kaldırımda ağladım. gerçek bir ankara'lı en az bir kere trafiğe karşı ağlar. sen ağladın mı akan kennedy trafiğine karşı? 2013, belki sen benim elimi tuttun. 2014, ilk kez birlikte uçağa bindik. sen kenara oturmak istedin, ben bulutları seyretmek. beni kıramadın, asla kırmazdın zaten beni. çakmağım kayboldu o gün, üzüldüm diye schiphol havaalanından gereksiz pahalı bir çakmak aldın bana. inatla cebinde taşıdın onu, kaybedip de yeniden üzülmeyeyim diye. 2014, eylül bilkent'e döndük. havalar bozgun yapmadan son kez çimlere uzandık. ben tepeden kafa üstü uzanıp yürüyenleri seyrettim, çocuk gibi güldüm. bana biraz kızdın ama her zamanki gibi içine attın. sonra sana çay aldım, earl gray vardı çantamda. bana gülümsedin beyaz bayrak uzatınca. 2015, mezun oldum. iş arama telaşıyla migrenlere gömüldüm. benim için gazete taşıdın hep. ilanlara baktık. benim gözüm ev ilanlarına kaydı. sen benim için iş bakarken ben bizim için ev baktım. bir kedi alırdık dedim içimden. kronoloji tuhaf şey. seni beklemek gibi. 2013, kasım şimdilik buraya kadar yazdım, gel de gerisini birlikte yazalım.

November 19, 2013

sevgilim,

sana ilk ve belki de son kez böyle sesleniyorum. onur ünlü düştü aklıma çay içerken. sen şimdi muhtemelen bir trendesin. ben çay içip ağlıyorum, beni öpersen belki şair olur seni yanıma aldırırım diyorum içimden. bugün ilk kez pırasa yedim. yeşil rengini çok severdin. portakal tadı aldım yerken, sigarayı bırakmak gerçekten arttırıyormuş tad almayı. belki de duyularım keskinleştiğinden sen bir trendeyken ağlıyorum şimdi. trenler eskisi gibi değil, o kara yataklı trenlerden birinde değilsindir şimdi. her şey gibi trenler de aşktan yoksun kaldı, her şey yeşil şimdi. ama pırasa yeşili değil, franklin yeşili. aşk örgütlenmektir demiş ece abi. düşünüyorum. sen beni öpersen bankaları soyardım, eski trenleri tedavüle sokardım. geçen gün ilk kez elimde banknot tutarken iğrenmedim kendimden ve maveraünnehirden. berkin elvan için yazı yazdım banknotlara, belki birisi yirmi saniyeliğine de olsa paraya senin bana baktığın iştah ve merakla bakarsa diye. sahi sen ne güzel bakardın bana. şimdiye yaklaşmışsındır sofya'ya, kaldır kafanı ve bak tuna'ya. senin ve benim en sevdiğimiz renkler var orada. göz göze gelsek sevgilim derdim sana. ilk ve son kez ama.

sevgilin,
tuna.
şunun hissettirdiğinin kıyısından köşesinden geçebilirse bir gün yazdığım, o zaman tamamım.

"sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

senegalliler dahil değil.

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

haydi iç de çay koyayım."

November 18, 2013

adem elması

bütün vücudum seni bekliyor. ellerim, parmaklarım. dudak kıvrımlarım. midem kıvranıyor, ayaklarım karıncalanıyor. huzursuzum, sürekli bir yerlere gitme telaşındayım. seni bekliyor olmaktan başka açıklaması yok bu özlemin, bu yoksunluk hissinin. oysa adını bile bilmiyorum. güleç misin, adem elman çıkık mı? bu sorular beni delirtiyor. sesini duymak istiyorum. üstüme kül döküldüğünde sen silk istiyorum, çay getirmek istiyorum sana. arkadaşın olmak istiyorum. ailen olmak. sevgilin belki. senin olmak, sen olmak.

burnum omzunda diyen şaryı dinler misin mesela. sen de kedileri sever misin? sen de özlüyor musun beni, bedenin arıyor mu bedenimi?

altı aydır düşündüğün tek soru ben olmak istiyorum. birlikte yalnızlaşalım istiyorum, birlikte sefil olalım. çaya şeker atmayalım, soğuğa inat merdivenlerde yaşlanalım.

en sevdiğin renk ne? ben en çok maviyi seviyorum. en çok seni seveyim istiyorum. seni arıyorum, seni özlüyorum, seni bekliyorum. ellerim, parmaklarım ve dudak kıvrımlarım. hepsi sana dokunuyor şuan, seni çağırıyor. sence de artık gelme zamanın gelmedi mi?

October 25, 2013

add n to x

denklem onlarca değişkene sahip, kesin yargılar yaratılışı gereği kompleks yapıya haksızlık ediyor. tüm değişkenler ayrı ayrı düşünüldüğünde saf, sönmeyen ateş gibi. bir araya geldiklerindeyse sonsuz patlamalar, sözsüz şarkılar yaratıyor. mesele doğru değişkeni bulmak. n'nin ihtiyacı olan sadece küçük bir x, ve voila. milonguero tarzı tango, bacaklar serbest, göğüs kafesleri bir bütün. her şey şahane. sırlar, yara izleri, yıkımlar, kasıklar, eller, tavanlar, dudaklar, kavisler, çimenler, sonbahar yaprakları, ben, sen. mesele x'i bulmaksa, onun gözlerinin içine baktığında sonsuzluk uzanmalı irislerinden irislerine. sonsuzluk kısa ömürlülüğün zıttı değil ama, aida açıklamış. sonsuzun zıttı unutulanmış. unutulmayan bir x olmalı denklemi harcamayan. sen x değilsin,  ben tango yapamam, gözlerinden sonsuzluk akmıyor, şarkıya adi sözler giriyor. uykuya yatıyorum şimdi, 12 saat sonra uyandığımda ne sen kalacaksın hayatımda, ne de x. çünkü uyku toprağı tanıyor, çünkü uyku bizi nadasa alıyor. ve uyandığımda tüm bunlar küçük bir sır olacak, senin ve benim sırrım. X.

October 16, 2013

aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor

dünyadaki en büyük dürtüdür bu, ölmeye yatmak. vücut mükemmel bir makinedir, beyinse en büyük zafer. travma anında hava yastıklarını açar beyin. ölmeye yatacak kadar unutur, travma anlarını göz ucuyla seyredecek kadar uyanık kalır. telefonu kapatmaz beyin, uçak moduna alır. ölmeye yatacak kadar ulaşılmaz olur, uzak durduklarını göz ucuyla seyredecek kadar ulaşıma açık. çünkü günün sonunda, önemsenmek istemeyecek kadar ölmek istemez vücut, önemsemeyecek kadar ölür. aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen tekrar deneyiniz. ölmeye yatmak ulaşılmamaktır, ulaşmaya çalışıldığını bilmek ister insan. bencil bir makinedir vücut, kusursuzca ölmeye yatar.

October 14, 2013

deniz misin, liman mı?

milyonlarca el sıkışması, sayısız günaydın, benim yüzüne dokunduğum sayısız adam, senin göğüslerine baktığın sayısız kadın, kucağıma yatan onlarca kedi, arkasından baktığın tonlarca köpek, yürüdüğümüz kaldırımlar, bindiğimiz otobüsler, kaçırdığımız dolmuşlar, benim uyandığım yedi bin altı yüz yetmiş dokuz sabah, senin uyuduğun yedi bin altı yüz küsür akşam, elimizden geçen yüzlerce bozuk para, tonlarca grip, kestirdiğin saçların, boyadığım dudaklarım, sayısız ayrılık, arkasından ağlanan şarkılar, hala okunamayan şiirler, söylenmeyen iltifatlar, kondurulmayan öpücükler, korkularım, kuruntuların. senin benim hayatıma girmen, bana koyduğun mesafeler, sana duyduğum öfke, bana duyduğun nefret, başka kadınlara duyduğun aşk, başka adamlara duyduğum keşke, bencilliğin, açık sözlülüğüm, kestiğin roller, biçtiğim sözler, hep okunan sayfalar, yapılmayan konuşmalar, verilmeyen sözler. hayatımdan çıkıp gitmen, seni istemeyişim, beni tutman, seni itmem, beni çekmen, asla dökmediğim yaşlar, attığın kahkahalar, kal diyemeyişin, gidemeyişim, karşıdan karşıya geçtiğimiz sayısız yollar. tarihin sayısız günlerinden bana düşen yedi bin altı yüz yetmiş dokuz günde hayatıma denk düşmenle kafamı açan sorular. deniz miyim, liman mı? deniz misin, liman mı?


October 10, 2013

kelimeler bazı anlamlara gelmiyor

"fakat allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım. böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? yok, peki albayım. ben de susarım o zaman. gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size, nasıl? kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. küçük oyunlar istemiyorum albayım."

kitap okuyorum, hep bu sayfa.
kelimeler. kelimeler. kelimeler. 
mırıldanıyorum.

yoga yaptığımı sanıyorlar. 

barış'ın aldığı çapalı şalımı doluyorum üstüme, ufak bir ürperti geldi sadece. hayır çay istemem, evet müzik dinliyorum. elbette seni dinliyorum. evet yoga yapıyorum şuan. hayır derse girmeyeceğim. evet dünyada sadece senin yaşadığın problemleri biraz daha dinlerim. evet az önce söylediklerim bir şiirdendi, manastırlı hilmi beye mektuplar. evet kavga ettik geçen gün, simdi iyiyiz ama. hayır onu düşünmüyorum. hayır özlemedim. oyun oynamıyorduk. beni sevdiğini sanmıyorum. hayır canım sıkkın değil. yorgunum. evet grip olmuşum. hayır ilaç almıyorum. yoga yapıyorum şuan evet, yoksa niye öyle oturayım. evet müzik dinlerken seni dinleyebiliyorum. hayır tabi ki hak etmiyorsun. 

yoga yaptığımı sanıyorlar,
yalan söylüyorum.

September 11, 2013

yok yere, bir gece nilgun marmara duserse aklima, kus koysunlar yoluma.

June 24, 2013

şiirlerle 2013 direnişi (2) / Hızla Gelişecek Kalbimiz

"...kendi öz hüznümüzün ılık tarlasında
bozkır dayanıklılığımızın tarlasında
kalbimiz
ellerimiz ayaklarımız arasında
ve kimsenin bölemediği şarkıyı
güllerin, buğdayların ve acının şarkısını
bir haziran uygulayacak sesimize.
sütçünün sesiyle birlikte
erkenci işçilerin sesiyle birlikte
şoförün sesiyle birlikte
sabah başlamış sarhoşların sesiyle birlikte
yaman sarhoşların sesiyle birlikte
ve yeni uyanışların ve yeni doğmuşların 
ve herkesin ve herkesin
sesleriyle birlikte
bir haziran uygulayacak
kimse bölemeyecek ve kalbimiz
hızla gelişecek."  turgut uyar

June 23, 2013

şiirlerle 2013 direnişi / gabriel peri, haziranda ölmek zor, tanya

"-öleceksin, dediler,
iltica et, hayatin bağışlanır.
bunu çıplak bir kılınç gibi açık ve uzun söylediler.
gabriel peri dikkatli bir sabırla
ve hafif tertip alaycı nezaketiyle dinledi.
-hayir, dedi.
tırmanmak bir dağın yamacına ...
ve ordan masmavi denizi görmek.
hayatının amacına sadık kalıp ölmenin sükûneti.
dostlarına ve yurttaşlarına yazdı son mektubunu.
lüzumsuz bir tek virgül bile koymadan
tasnifli, berrak,
ve sözü doğrudan doğruya söyleyerek
her seferki dikkatiyle yazdı bunu.
imzasını attı.
zarfı kapattı.
ve dinledi kendi kendini son defa:
pişman değildi.
902' de başlayan
ve bu sabah
941 yılı aralık ayının on beşinde
bu sabah şafakla bitecek olanı
elden gelseydi tekrarlamak
tekrarlardı aynı yerden başlayıp
aynı yoldan geçerek
ve yine gerekirse aynı yerde bitirmek üzere.
ve biraz kibirli bir rahatlık duyuyordu.
kafasıyla, kitapların arasından gelmişti kavgaya
fakat sadık kalmıştı ona namuslu bir amele gibi..." nazım hikmet ran


"yıllar var ki ter içinde 

taşıdım ben bu yükü 

bıraktım acının alkışlarına 
3 haziran '63'ü 

bir kırmızı gül dalı 
iğilmiş üzerine 
okşar yanan alnını 
bir kırmızı gül dalı 
nâzım ustanın 

gece leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
bir basın işçisiyim 
elim yüzüm üstümbaşım gazete 
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların 
şuramda bir çalıkuşu ötüyor 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor!"
hasan hüseyin korkmazgil



"nazlı, uzun boynuna ilmiği geçirdiler.bir subay fotoğrafa meraklı,
bir subay, elinde makina : kodak,
bir subay resim alacak. 
tanya seslendi kolhozlulara ilmiğinin içinden
"- kardeşler, üzülmeyin.
gün yiğitlik günüdür.
soluk aldırmayın faşistlere,
yakın, yıkın, öldürün..."

bir alaman vurdu ağzına partizanın, 
genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan. 
fakat askerlere dönüp devam etti partizan : 
"- biz iki yüz milyonuz.
iki yüz milyon asılır mı?
gidebilirim ben.
ama bizimkiler gelecekler.
teslim olun, vakit varken..."

kolhozlular ağlıyordu. cellat çekti ipi.
boğuluyor nazlı, boynu kuğu kuşunun. 
fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan 
ve hayata seslendi insan: 
"- kardeşler
hoşça kalın. 
kardeşler
kavga sonuna kadar.
duyuyorum nal seslerini
geliyor bizimkiler!" nazım hikmet ran

April 28, 2013

her gerçek ankaralı en az bi' kez kaldırımda oturup ankara trafiğine karşı ağlar.

April 6, 2013

falling to pieces

"sen de olmasan galata" dedi, öyle bir dönmüştü ki gözünde istanbul'a olan nefreti görmüştüm. alevler içindeydi yedi tepesi, tıpkı bir ihsan oktay anar karesi gibi. okumuş muydu o romanı, bunu hep merak ettim. içinde herşeyi ateşe vermek isteyen bir piroman yatıyordu galiba, beni ve kendini o ana hapsetmişti ve alenen yanıyorduk. galata bile kurtaramıyordu istanbul'u, ben bile kurtaramazken bizi. elindeki fotoğraf makinesini görmemiştim bile. galata'yi alıyordu kadrajına, hapsediyordu. sanki az sonra istanbul'u ateşe verecekti, galata'yla helalleşiyordu. o günden sonra ne onu gören oldu, ne galata'yı. sesi hala kulaklarımda.

"sen de olmasan galata".


March 23, 2013

vira

hiçbir şey üretmiyorum. bu yeni bir şey değil, üniversiteye geçtiğimden beri keyfim için hiçbir bok yazmıyorum yazamıyorum. hayatımın kontrolünü ne ara bu kadar kaybettim, bilmiyorum. yelkenleri suya indiriyorum. her adımı ben atıyorum. korkuyorum. kızıyorum. kırılıyorum. çabuk unutuyorum. kabulleniyorum. kafamı öldürüyorum. dumanı yutuyorum. beni yutuyorsun. mantık namına ne biliyorsam hepsini siliyorsun. ve ben yine de dönüyorum.
dönemiyorum.

vira kaptan?
mayna.

March 3, 2013

sekans

sekans'da çekilmişti asla 1:21'i geçmeyen saatim
bu bir farewell yazısı. tam olarak 1 saat sonra sekans kapanıyor. artık bir pazar elimde kruvasanımla damlayıp termosuma earl gray alabiliceğim bir sığınak yok. okul çıkışı akşamüstü birası da yok. aşk heyecanıyla orada karşılaşmak, belki bir birada laflamak da yok. güvenli olan yok, tanıdık olan yok. the time is gone, the song is over. güle güle sekans, çok tatlıydın.

go then, there are other worlds than these. 

February 18, 2013

bugün birden çok eksik hisettim. bana bunu hissettiren sen miydin, emin değilim. yapabiliceğim iki şey var. seni hiç düşünmeden yoluma devam etmek ya da bile bile senin beni umursamazca dağıtmana izin vermek. bazen hiçbir şey benim elimde değilmiş gibi geliyor, düğümleri çözmesi gereken senmişsin gibi. ama sanki ben, hep ben kendi kuyumu kazıyormuşum gibi geliyor, sanki bile bile eskişehir yolunda karşıdan karşıya geçmeye çalışmışım, araba uğultuları arasında kalmışım gibi. bazen diyorum, keşke bana çarpsan, keşke beni ezip geçsen ve uğultular kaybolsa. cırcır böcekleri kulağımı tırmalamasın istiyorum mesela. seni görmeyeyim istiyorum, beni bulma istiyorum. kendimi eskişehir yoluna atacak kadar aptal olmamak istiyorum bazen, ya da eskişehir yolunda karşıdan karşıya geçmeyi başarabilecek kadar delibozuk olmak. beni itme istiyorum, beni uzaklaştırma, cırcır böcekleri sussun istiyorum, sen susma.


slight night shiver

cırcır böcekleri kulaklarımı tırmalamasa. seni görmesem, beni bulmasan. kendimi eskişehir yoluna atacak kadar aptal olmasam diyorum bazen, ya da eskişehir yolunda karşıdan karşıya geçmeyi başarabilecek kadar delibozuk olsam. beni itmesen, beni uzaklaştırmasan, cırcır böcekleri sussa, sen susmasan.

February 2, 2013

“A text is evolutionary by its very nature.”

"it's the house telling you to close your eyes"

"It's like you feel homesick for a place that doesn't even exist."

“Do you ever get the feeling like you already know the entire contents of the universe somewhere inside of your head, as if you were born with a complete map of this world already grafted onto the folds of your cerebellum and you are just spending your entire life figuring out how to access this map?”


"It is not down any map. True places never are."


"maybe that's all family really is. a group of people that miss the same imaginary place."

"oraya doğru fazla gidersem buraya dönmem coğrafya gereği."

"uzaklar hiç bu kadar yakından saldırmamıştı."

ve yine de

"kaçacak yerim yok ama evimdeyim."

"Then I realised that I was going about things the wrong way. But perhaps there are only wrong ways. All the same, you do have to find the wrong way that suits you."

o halde

"Anın tadını çıkarıyordum, tıpkı paraşütü açılmayan bir paraşütçünün anın tadını çıkarması gibi."

fakat

"inançlarım gereği, bazı şeyleri tadında bırakıyorum"

ama
düşününce

"artık hayatımın normale dönmesi imkansız."

"Etrafınıza bir bakın, sizce de kıyamet kopmuyor mu?"

"Kaderin penaltı düdüğü çalmıştı. Uygarlığın ceza sahasındaydım"

belki de değildim

“We were all delighted, we all realized we were leaving confusion and nonsense behind and performing our one and noble function of the time, move.”

"it may not be much light but it beats the darkness."

"The future lay in our hands. Uncertain, yet promising."

"Please hang around, I'll see you when I fall asleep."

nihayet anlıyorum

"together we stand, divided we fall."

"öpüyorum gülüşünün bütün kıyılarını."

January 23, 2013

duygusallık ayıp bir şey oldu abidin. mutluluğun resmini çekip instagrama koyarlardı. ağlardık, gülerlerdi. duygusal yazılar alay konusu oldu abidin. babalar hep bunun sorumlusu, şımarırsın diye gizli gizli öperlerdi seni uyurken, görmesinler diye. hiç ağlamazlar mıydı onlar abidin, hanelerinde gizlice kapı arkalarına saklanmaz mıydılar? ne zaman utanır olduk duygusal şarkılara karşı iki tek atmaktan, ne zaman koyverdik insan olmayı? ağlamanın adabı ne zaman yazıldı çizildi, biz neden duymadık ilan edildiğini. söyle bana abidin, kim çaldı sigara öksürüğü gibi hüzün dolu kapıları.

eve gidiyordum, belki 6 yaşındaydım. evimin kapısı ceviz ağacının yerlere kadar uzandığı bir arnavut sokaklı ankara kaldırımına açılırdı o zamanlar. okuldan dönmüştüm, kapıda karşılamıştı annem ve babam beni. o zaman çok çalışırlardı, belki mecazen ama mürekkep kokardı elleri sabah 8 akşam 6. saat 4 suları evde olmaları, ellerinde bir çantayla beni karşılamaları o yaşımda dünyadan korkmayan benim için bile tuhaftı. "bu akşam çiğdem'lerde kalıyorsunuz". o zamanlar yeni fenerli olmuştum, memoli izlerdim okul çıkışları. henüz prenseslik yıllarım bitmemişti, benim yurdum annemle babamın bavulun yanıydı daha, bezimi bile terk etmemişken başlamıştım gezmeye onlarla. çok seyahat ederleri, çok gülerlerdi. o gün gülmüyorlardı, istanbul'a gidiyoruz diyorlardı ve bavulları yoktu. "ben de istanbul'a gitmek istiyorum" demiştim ya da dememiştim, o kısımlar biraz bulanık. zaten istanbul'u hiç sevmem, hiç kimse gitmediğinden, ya da annemlerin bir parçası "istanbul"dan hiç dönmediğinden belki.

annem hiç gülmüyordu, ben yukarı koşmuyordum. sonra babam elimden tuttu, ya da tutmadı, dedim ya bulanıktı abidin. 5 kat merdiveni ışık hızıyla tırmandık, içeri sürükledi babam beni. o gün benimle bugün hala devam eden "katran gibi" konuşmalarının ilkini orada yaptı. artık gülmüyordum. gökyüzü gibi miydi çocukluk edip, hiçbir yere gitmiyor çünkü.

sahi duygusallık ne zaman ayıp bir şey oldu abidin?


January 17, 2013

doğduğumuz günden itibaren hiç tanımadığımız birini özlemeye koşullanıyoruz. onunla geçirmediğimiz onlarca doğumgününün, çektirmediğimiz yüzlerce fotoğrafın, yapmadığımız binlerce konuşmanın arkasından süt dökmüş kediye dönüyoruz. bu işte bir terslik aramasak mı?

January 13, 2013

ruya #1

seni ilk gordugum gun zihnimi bu kadar isgal edecegini asla dusunmezdim. guzel bir beren vardi, guzel bir gulumsemen. gordugun ilk an tatli diyecegin bir surat vardi karsimda, afyonu patlamamis. benim de afyonum patlamamisti o sira, sabah sekiz bucuktan kim gercekten uyanabilirdi zaten. bir sigara, en az iki cay lazimdi belki sendeki simseklerin beni carpmasina. ama beni carpman neredeyse iki yil surmustu, ankara -20leri gormustu ve belki biz en az yuzlerce defa karsilasacakken yollar bizi yutmustu. seni bu kadar ozel kilan ne bilmiyorum, belki o tasasiz gorunusun kamufle etmeye calistigi, derin huzune batmis gozlerin. bilemiyorum. sadece sunu biliyorum, acele et yetismemiz gereken onlarca karsilasma, yuzlerce ruya var.
arnavut kaldirimlarin cikardigi o kuytu sokakta bekliyorum
ve acele et...
yeni bir ruya yazmak icin sabirsizlaniyorum.