December 31, 2010

ikibinonbir

'it's four in the morning, the end of december. i'm writing you now just to see if you're better' kulagimda. yanimda bu an icin mukemmel arkadaslar. biraz sarap, biraz muzik. ve hersey mukemmel sanirim aralik biterken. fin.

December 30, 2010

mektup 2

sevgili mikrop sacar,
15 gun gecmesine ragmen hala hastayim. ustelik son oksurdugumde babam bana 'akcigerin kicindan cikicak' dedi. sen anla durum ne kadar vahim. seni hala bulamamis olmam seni cesaretlendirmesin, suan baska birisinin karma polisi olmakla mesgulum. eninde sonunda seni buldugumda hic iyi seyler olmayacak. bak simdiden kafamda i want to do bad things with you calmaya basladi, ustelik true blood gibi seksi imgeler de icermeyeceksin bittiginde. her neyse gorusene dek kendine iyi bak, guzel yasa. cunku buna ihtiyacin olacak.

bugun maktulun, yarin katilin
yours truly,
nc.

December 29, 2010

carandiru

dogumumdan uc gun once insanlar olmus, oldurulmus. kita bile farkli benden, mekan bir hapishane. 111 kisi gozlerini kapamis o gun, kimisi isyancilardanmis kimisi bu karmasadan saklaniyormus hucresinde. kimisi bagirmis kimisi susmus. ama en nihayetinde sonuc ayni olmus, lacivertler caba sarf etmedi diye. benim adim nurten ve ben adalet sacmak icin dogdum, kulaklarini tikamis gozlerini kapamis bir dunyaya. peki neden mi agliyorsun, cunku hak ediyorsun. 'it is your corrupt we claim'. ben seni aramadim, sen beni cagirdin. go on blondie, show some flesh. maybe, just maybe, they'll let you play another hand.

December 22, 2010

sevgili g.

sana ne kadar kizgin oldugumu biliyorsun umarim. affetmeyecegim gibi bir yalan soyleyemem cunku dayanamadigimi biliyorsun. sen benim biricigimsin. evet belki komik bir laf, evet belki yine o aptal siritis yayilacak suratina ve bir tane yapistirmak isteyecegim sana ama baska bir sifat secemedim ne yapalim. buyumuyorsun ve bu beni uzuyor cunku yasadiklarinin hatta daha dogru ifade etmek gerekirse yasadiklarimizin icindeki cocuklugu susturdugunu biliyorum. buyumuyorsun derken kast ettigim bu degildi zaten, olgunlasamadin be cocuk sen. duygularini buyutemedin, toparlanamadin. ustelik bir kez bile yardimci olamadim. iste bu yuzden her saniye pes etmenin buyulu cazibesine kapilacagindan korkuyorum -ustelik yeniden-. yaptiginin siirsel bir yani yoktu, kan ve irin icermeyen bir hikaye olmasi da ayrica benim ilgi alanimdan cikmasina neden oluyor bunun. ama iyi ki olmedin be esoglu. seni cok seviyorum.

bir kez daha olmayacagini dusunerek devam edemiyorum, uyuyamiyorum. hatta an geliyor dusunemiyorum. beni ilk defa bu kadar korkutuyorsun, uzun sureden beri ilk defa boyle etkileniyorum. sanirim uyusmuslugum bu noktada terk ediyor beni. neyse ki azar azar geciyor bu. kursungecirmez olacagim yine, hissediyorum. yine de icimde bir yerde hep bir kusku tohumu kalacak, ellerinle kazip ektigin.

ablan.

December 19, 2010

tesadufen yalnizsin diyen bi' sarki var aklimda.

mirildaniyorum yuzumu yikarken. yalayip geciyor notalari, kelamlari. sonra kafami kaldirip aynaya bakiyorum. ufak bir an. sadece bir an yetiyor sarkinin ustumdeki etkisini gormeye. goz bebeklerim kuculmus, irilesmis mavisi. t-shirtum hala kanli, burnum hala hassas. uyaninca uzulme gercek bu iste. aydinlanmami cok once yasamistim, merak etme. artik sarsilmiyor goruslerim, tesadufen yalnizim gerceklerin farkindayim. bir kez daha carpiyor su yuzume, nefesim duzeliyor. tesadufen yalnizsin henuz yolun basındasin...  

December 18, 2010

December 15, 2010

mektup

sevgili mikrop saçar,
öncelikle beni hasta ederek başına çok talihsiz olaylar açtın. seni bulmamam için tanrına dua edebilir / evreni oluşturan bir dizi tesadüfün seni kurtarmasını dileyebilirsin, tabi eğer zaman öldürmek hobilerinden biriyse. seni bulduğumda, ki bu eninde sonunda olacak, sana yapacağım türlü türlü işkencelerden sadece birisini sana açıklama geregi duyuyorum. güzel bir ipucu çünkü bu. nihat doğan'a sevgilisine asıldığını fısıldayacak ve onu üzerine salacağım. artık tamer karadağlı gibi kafana fındık fıstık yiyerek mi kurtulursun bilemem. ama seninle işim bittiğinde hastayken sağ kurtulamamış olmayı dileyeceksin. önünde kalan günleri huzurla geçirmeni, dışarıdaki havayı dilediğince solumanı (ben bunu yapamıyorum, thanks to you) tavsite ederim. görüşünceye dek kendine iyi bak.

yours truly,
nc.

December 12, 2010

Sacma

Under the spreading chestnut tree...
Kimse dile getirmedi, kimse duymadi belki ama anlastik biz aramizda. Ben senin adiliklerine goz yumdum, sen benim nefretime. Boylelikle ortak paydada bulustuk, kimse bilmiyorken biz bildigimizi unutmaya calisiyorduk. Elimde bir bicak olsa girtlagina saplardim belki ya da milliyetci gecinen ama fasist oldugunu bagiran kitaplarindan birini kafanda parcalardim. Elbette tam bu anda sen de nasil nefessiz kalana kadar yastigi yuzume bastirdigini kuruyordun kafanda. Iste boyle bagiriyordu aklimiz ellerimiz birlikteyken. Tiksiniyordum senden, igreniyordun benden -ama en cok kendinden-. Kimse bilmiyordu, herkes bayiliyordu bize. Hatta belki kafalarindaki cerceve cifti bizdik, hani cerceve aldiginda icinde cikan mukemmel cift resimlerinden. Kim bilir belki bir gun elma yanakli cerceve cocugu da katilirdi aramizda, dugunumuze davet edilirlerdi. Bazen sen bile inaniyordun buna, itiraf et hadi. Unutuyordun bazen nefreti, elimi tutmak hatta sarilmak istiyordun. 'Normal' bir aksam ustu 'normal' bir film izlerken 'normal' bir evde 'normal' bir cift. Boyle zamanlarda midemi bulandiriyordun, kimse anlamiyordu. Bilmiyordu o gunu. Her seyini alabilirler, seni 'mi$' gibi yaptigin bir yasam bicimine zorlayabilirler ama kafandakileri, kalbindekileri alamazlar saniyordun. Oysa ilk an beni satmistin, beni suya itmis ve ustume basarak karaya cikmistin. Yasadigin zafer hissi beni suda biraktigin icin igrenc bir zavalli oldugunu dusundurmuyordu sana. Iste o gun yapildi o anlasma, zafer hissi kicina kacmisti coktan o dakikalarda. Sen onursuz bir ibneydin, ben nefret sacan bir kaltak. Aliskanliklardan hala buradayiz, alismis kudurmustan beter dediklerinde inanmazdin degil mi? Sacma.
...I sold you and you sold me


my boy builds coffins | florence and the machine



(bu hikayedeki hicbir karakter gercek degil, bir yerlerde nefes almiyor. en azindan benim zihnim disinda.)

December 10, 2010

hava durumu

yilin en eglenceli anlarindan birisi de geldi catti sonunda. kar yagmaya basladi yurdun dort bir kosesinde. civarlarima ugrasa da henuz tepeme ugramadi ama olsun haberi ve getirileri yetti. kar asiklarindan oldugumdan degil bu nese, bu firsati degerlendirin sirin hanim kizlarimizin edebiyatina bayildigimdan. her iletisim kanalinda kendini belli ettiler ilk kar nidalari ve sevimli imgeler iceren mesajlariyla. tam da kasim bitmis, seker pembesi kizlarimiz ekmeksiz kalmisken nihayetinde kar yetisti imdat cagrisina. epey bir sure yeter bu onlara, on dort subat katliami da kapida. eh bundan iyisi samda kayisi.

nacizane muhabiriniz nc klise seven genc osmanlilar diyarindan bildirdi.
aman dikkat kara askinizi ilan ederken dusup kicinizi kirmayin.

December 5, 2010

aslında yazmıştım

ama o kızı sadece ben tanıdım.
bilinmeyen bir adanın yolunu tarif etmekten vazgeçtim, 
işgal edilmesin diye.

December 3, 2010

a series of unfortunate events

"dear reader, there are people in the world who know no misery and woe. and they take comfort in cheerful films about twittering birds and giggling elves. there are people who know that there's always a mystery to be solved. and they take comfort in researching and writing down any important evidence. but this story is not about such people. this story is about the baudelaires. and they are the sort of people who know that there's always something. something to invent, something to read, something to bite, and something to do, to make a sanctuary, no matter how small." lemony snicket

her izledigimde, her okudugumda ufak bir gulumseme birakir. varligini yeni yeni fark ettigim sag yanagimdaki gamzeyi uyandirir.

November 28, 2010

hey sen

henuz ismen tanimadigim icin sana boyle kabaca seslenmemi mazur gorursun umarim. hos tanistigimizda bendeki seytan tuyunu goreceksin, eminim bunu da mazur goreceksin. yalan soylemedigimi de ogrenmen zaman almayacak eminim. sevdigin sarkilari ogrenmek istemiyorum, sevdigin filmleri de oyle. neleri sevdigini ogrenerek kendimi onlara gore sekillendirmek istemeyecek bir insanim. senin de benim sevdigim sarkilari bilmene luzum yok, ama iyi bir muzik arsivim vardir. belki bir gun ona goz atmana izin veririm.

ben yalnizligi ve usumeyi cok severim. o yuzden ceketini vermen gibi sacma jestlere hic gerek yok, sogugu iliklerime kadar hissetmek istiyorum. insanlari sevmiyorum ben, bir baska insana neler yapabildiklerini gordukten sonra ozellikle. o yuzden kendi basima olmayi seviyorum, en yakinlarim bile bilir bana sinirlarimi vermeleri gerektigini. uc gun dip dibe yasayalim, yirmi dort saat gecirelim gorursun dorduncu gun birbirimizi kedi kopek gibi yeriz. o yuzden ozgurluk denen kucuk kacamaklarima goz yumman gerekecek. seni kendimle aldatacagim yani. durust oldugumu soylemistim. fazlasiyla.

her nerdeysen umarim uzunca bir sure gorusmeyiz ve adini ogrenmem. ayni saniyeleri paylasmayiz ve ayni melodileri duymayiz. ve dilerim hep cok iyi kalirsin. hep huzurlu uyursun, hatta umarim bol bol hayal kurup ruyalar gorursun. ama en onemlisi dilerim buyursun, bedenini buyuturken kafani ve dusuncelerini de buyutursun. gorusmek uzere, pek cok ileride.

sincerely, nc.


November 27, 2010

tını


gözlerimi kapattığımında gözümde bir şeyleri canlandıramamam,
hayal kuramadığım için rüyaları çok sevmeme neden oldu.
çok nadir rüya görüyor oluşum, gördüklerimi de unutuşum
kırık buçuk yaptı beni. bir kitap okuduğumda karakterleri
kafamda kişilere dökerim ama gözümde canlanmaz
sadece aklımda belirir nitelikleri. işte bu yüzden
hepinizden eksik ve bütünüm.
yours truly,
nc

November 26, 2010

this country is afraid of me. i have seen its true face.

korku en güçlü güdüdür. ve korku gözünün içine bakar insanın. diğerlerine benzemez üstelik, birkaç saniye sonra bakışlarını çekme gereği duymaz. birisi bu gereği duyuyorsa o sensindir. ben bu ülkenin gerçek yüzünü gördüm, diğer pek çok yitik kahraman gibi. onlar bizden korktu çünkü biz gördük gerçeğini açık seçik. ve işte bu yüzden korku salmak istediler bize, susturmak için gerçekleri. ve onların pelerinleri bizim leşlerimizin üstünde yükseldikçe onlar kahraman ilan edildi. işte bu yüzden bu filmin kötü adamı biziz. işte bu yüzden uğur mumcularımız, hrant dinklerimiz artık uyuyor tetiği çeken ve çektirenler yerlere göklere sığdırılamazken. biz onların istediği gibi susmadık diye aldılar ellerimizdekileri, bir nefes hakkımız kaldı. kimi zaman bu bile fazlaydı üstelik. işte bu yüzden bugün biz bu filmin kötü adamlarıyız, siz uyuyor uyutuluyorken.

November 25, 2010

single, not ready to mingle.

yeni sarkilar ogrenmek. yeni sarkilarda yeniden onu sevmek. yeni bir dudagi opmek, yeni bir kurek kemigine inmek. yeni bir ruh haline burunmek. yeni bir ben tanitmak, yeni bir seni tanimak. yeni bir ruhu boyamak. yeniden baslamak. yeni olmak. yine yeniden savasmak. yine zor, hep zor. iste bu yuzden insanlar o kapidan kolayca cikip gidemiyor.

November 24, 2010

o gunlerden bugun



tam olarak soylemek istedigim cumle de bu! alerjik bir reaksiyon benimkisi, evrene karsi hem de. sinirli olmayi sevmiyorum ama sinirle dusup kalkiyorum o gunlerde. manevi yorgunluk kelimesinin anlamini yeniden kesfediyorum, sil bastan yasiyorum. normalde gulup gecebildigim seyler beni cinayete tesebbus edecek noktaya getiriyor. ilk lesim muhtemelen bu reaksiyonun kurbani olucak. toparlamam gerekirse yorgunluk basa bela, ozellikle o gunlerimde. o gunler denince akla pms veya adet donemi gelmesi de olasi ama bambaska bir kimya bu, yuzundeki o siritisi sil genc. yikil.


November 21, 2010

pek sık düşünür oldum bu ara kişisel sınırlar ve bunların ihlali meselesini. sadede gelirsek tecavüzü yani. bir kere tecavüzün sadece bedensel ve buna bağlı olarak cinsel bir durumdan ibaret olmadığına karar vereli çok oluyor. manevi baskı, maddi baskı ve pek çok şekilde kendini gösterebilir bu ihlal. işin özü senin isteğin dışı bir şeylere zorlanıyor oluşundur tecavüz. sevmediğin biriyle duruşun, sevmediğin işleri yapıyor oluşun, birilerini memnun etmek bir şeyleri sağlamak adına kendi isteğin dışı şeyler yapıyor oluşundur tecavüz. senin sınırlarının, mevcut varlıklarının kirlenişidir tecavüz.

evimin sokaklarını ezberleyişin, kelamlarımı kendi sözlüklerinde kirletişin, sevdiğim karaları fethedişin benim sınırlarımı ihlal ettiğinin açık göstergesi. işte bu yüzden bu gemide tahta üzerinde yürütülüp denize döküleceksin. ve emin ol bu geminin eşrafı asla anmayacak seni, küfür etmek için dahi, iki kadehi bir araya getirirken.

November 20, 2010

tyger | w. blake

tyger! tyger! burning bright
in the forests of the night,
what immortal hand or eye
dare frame thy fearful symmetry?

November 16, 2010

romantik

hayvansin riza, ne bir cicek alir gelirsin ne bir sofra hazirlanir adini bile soyleyemedigim yemeklerle dolu. mumlar desen dolapta curudu, porselen takimina da bosuna para verdik o kadar. hic olmadi disari yemege cikarir dedim, onu da yapmadin. hediye paketini acarken yapacagim sasirmiz yuz ifadesini saatlerce ayna onunde calistim, bir kere kullanmak nasip olmadi. supriz ne bildiginden bile suphelendigim icin her yere biraktigim ipuclarini da anlamadin, hayvansin riza.

-kiz birak da hollywood isini yapsin.

November 6, 2010

bak yine yaptim, ah esoglu ben

icinizdeki hayvani evcillestiremeyiz belki ama ona bir iki numara ogretebiliriz insan-mis gibi yapabilin diye. makara konusuna gelince haddindan fazla eglenceli olabilirim, recep ivedikmis megersem galiba bile diyebilirsiniz ama gerektiginde hepinizden zarif ve kibarim, ailem beni boyle yetistirdi pek cok insan gibi. elinizden gecen banknotlar insanliginizi cilalamayacagi gibi insanlarla iletisim konusundaki eksikliklerinizi de ortmeyecektir. ayrica kagit halindeki varliklarinizi yelpaze yapip sallamanizin da size bir fayda getirmeyecegi ortada. siz gidip Jimi Hendrix'e gitarda en birinciyim arkadas deseniz de bir halt olmuyor, o hesap iste. kisacasi ne diyorduk kendiniz calip kendiniz oynuyorsunuz, kulaga hitap etmediginiz gibi sofraya meze olmaktan oteye gitmiyorsunuz. ayrica disiplin onemlidir, ki size verilip verilmedigi de bambaska bir mevzu, ama gorgu de bir baskadir hani sayin seda sayanlar.

November 5, 2010

sevişmelerimiz üzerinden kaç zaman geçti sevgili blog

çok ihmal ettim seni, çok yalnız bıraktım ama döndüm tüm açıksözlülüğümle. sönder av, kılıçdar, tecep rayyip, ener şeruygur, avcı, ak sarıklı namuslular, hilalli yolsuzlar derken günler geçti. benimse çok cümlelerim ve az zamanım var. fransızcadan geçme umudum, kırışık pantolonum, lezzetli sandviçlerim ve afilli muzik arşivimi alır giderim uzun süredir içine gömüldüğüm şıklı diyarlara. öpmedim gözlerinizden, hala anarşikim hala muhalifim. meeh.

October 29, 2010

kanat

insan
neden
bazen
kanadin
sevildigi
kadar
sevmiyor
olabilicegini
dusunur
hep
merak
etmisimdir.

October 28, 2010

ne$esi yeter?

oncelikle kucuklerimin gozlerinden opmez, buyuklerime saygi duymam diyerek girizgahi yapiyorum. kucuklerimi fazla itici, buyuklerimi fazla karamsar buluyorum. ben ki tek saniye polyanna izlemeyi reddetmis adamim sizin bu melankoli sevdanizi anlamiyorum. ya adamin birinin bilmem kac kere kalp krizi gecirdigi, bilmem kac kere kotu yola dusup temiz aile ortamina donduruldugu, mutlulugu kadehlerde arayip sonunda surundugu dizileri, filmleri izlemeye merakiniz nedir anlamiyorum, gec otur sifir diyorum. kara edebiyati severim, cunku her turlu dusmusluge ragmen aci edebiyati satilmaz size. gercekcidir, en azindan bu benim icin boyle. bir endami, bir karizmasi vardir kara edebiyatin zavalli cocugunun olup bitmesinde.

hayatimin pek cok noktasini mutsuz gecirdim, bence bu uzulesi bir sey de olmadi. olmedim surundum ulen diye paralamadim kendimi satirlarda. kimsenin bilmesine de luzum yoktu. pek cok sefer bitse de gitsek noktasina erismeme ragmen hic terk-i diyar meselesini dusunmedim, eninde sonunda bitecek bir seyi hizlandirmanin alemi yok dedim. hepsine ragmen nesesi yeter insani oldum ben, benimle birlikte neseyi yasadigini hissettim insanlarin. belki kimi zaman suniydi nesem ama etrafima oluk oluk huzun akitmadim en grisinden.


October 26, 2010

ilhan

katıldığım cenazeleri pek hatırlamam, çok katıldığım cenaze olduğunu da sanmıyorum. yine de kafamda çok canlıydı imgesi, kimilerine göre şiirseldi üstelik. muhtemelen chopin'in bir prelüdü çalıyordu, yapraklar kocatepe'nin avlusunu silmiş süpürmüştü. belki yağmur çiseliyordu, ıslaktı gözler biraz. kederli maskeleri takılıydı, pek dertliydi hepsi.

bu imge martın dokuzuncu günü, iki binin dokuzunda biraz mutlu biraz huzurlu uçan kuşun cama yapışıp yitmesi gibi yitti, parçalandı. ufak kırıntıları kaldı elimde. hem yasını tutmam gereken bir dedem varken imgenin yası çok kısıktı. haberi aldığımda kurutmam gereken saçlarım, silmem gereken yaşlarım vardı. üstelik babaannemin dediği gibi hayat hiç durmaz, soluklanmamdan hoşlanmazdı. kuş henüz ölmemiş, son nefeslerini harcamaktaydı. ben ise bunun farkına varmamış, henüz aydınlanma anımı yaşamamıştım. bunun için dedemin cenazesine katılmam gerekiyordu.

biraz sıkılmış, çokça kırılmıştım. kocatepe avlusunda on yedilerindeki bedenime otuzlarında matenetli bir hatun sıkışmış, yakalara takılacak resimlerin peşinde koşmak zorunda kalmıştı. bizimkiler kendilerini gözlerindeki kızıllıklara bırakmıştı. etrafta iki sigara arası cenaze yapan doluydu, kederlerini ucuz sahne makyajına borçluydu. yağmur beni yarı yolda bırakmamış, meleklerin gözyaşı dedemin arkasından sokakları ıslatmıştı. melodi bir prelüdden çok uvertüre benziyordu. o zamana kadar ağlamayı reddeden gözlerim dedem biraz şık biraz kırık yolculuk arabasına bindirildiğinde rahatladı.

peki ama neden yazildi? cunku bu incecik bir veda havasidir.

October 25, 2010

medulla oblongata, medulla.

.
-her an bir koseden musikide herkes 
iki yuzlu diye kendini hirpalayan 
yilmaz morgul'un cikmasindan,
-dus alirken gozlerimi kapatmaktan,
-uyuyacakken dusuncelerin basima ususmesinden,
-kulagakacan boceginden nasibimi almaktan,
-o uzun koridoru karanlikta gecmekten,
-kalbimi kiran kisir dongulerden,
-kizilayin kalabaliginda kaybolmaktan,
-buyumekten ve hep cocuk kalmaktan,
-yagmur yagdigini anlayamayacak,
duyamayacak kadar yaslanmaktan,
-gozume sampuan kacmasindan,
-mantikli dusunmeyecek hale gelmekten,
-sansimin yaver gitmemesinden 
dolayisiyla iki ayak ustune dusememekten,
-onemli esyalarimi bir yerlerde unutmaktan,
-kendimi kaybedip hic bulamamaktan,
-en onemlisi de nefes almaktan korkmaktan
korkuyorum.
iliklerime kadar.

October 24, 2010

the other half of the twisted twins

ben geceysem o gunduzdur, o kotu polistir ben iyi polisken. ve o yirtik bir istanbul gecesinde sokaklarda bagir cagir sarki soyleyen catlaktir, etrafin disariya karsi ayiplarken icten ice imrendigi. o benim keske daha once tanissaydim dedigim ilk insandir ve keske hep kalsa dedigim son insan. o yuzden raflara kaldirin onyargili gozluklerinizi ve acin zihninizi; cunku o yeni bir solukla burada, uyusturmak icin beyninizi.

for my twisted sister, the bootycat.
(I was born too late into a world that doesn't care...)

October 23, 2010

smile like you mean it? (soru degil)

bana sebepsiz yere bagirilmasindan, bana duyulmayan ofkenin yansitilmasindan hicbi' zaman hoslanmadim. bu ara o kadar cok oldu ki durup dusundum bunun uzerine kafam rahatken. bana bunu yapmasina ragmen tek yuzune baktigim insan babam, bunun disinda hep kafamin bir yerine kaliyor o hareketler. ha babami bile affetmiyorum aslinda yaptigi sey icin, o da affedilmeyi beklemiyor ozur dilemedigi icin. sizin gibi. bu yuzden size karsi davranislarimi, soguklugumu sorgulamayin, siz istediniz bunu, siz affetmemem icin ozur dilemediniz. bundandir ki sizi asla eskisi gibi sevmeyecegim, asla sizi animsarken eskisi gibi gulmeyecegim. nihayetinde gelecekte bir gun sizi seviyorum diyemem, sizin diyemeyeceginiz gibi.

fair warning diyelim.
suum cuique.

October 16, 2010

mine

bugun cok ozel birinin dogum gunu. mine cicegi gibi narin ve zarif birinin. eger bir sozluk olusturacak olsam zarafet kelimesinin tanima tereddut etmeden eklerdim annemi. annem oldugu icin kiyak gecmiyorum, hatta sanirim onun gibi narin bir cicege yaklasmasini bilmeyenlerdenim. sirf hosluk olsun diye iltifat edenlerden de olmadim hic, yani mine bu tanimlarin hepsini hak ediyor. hatta sanirim yetersiz kaliyor onu anlatmaya. her zaman jean seberg'in kumral ve cimen gozlu hali gibi gelir mine bana, kisaciktir hep saclari. parizyen havasi, incecik esarplari, her zaman hayran kaldigim tavirlari. jane birkin ruzgari vardir biraz onda. zekidir, mantiklidir hep. mine cicegi gibi en ihtiyacim oldugu anda birden bire biter orada, arayip imdat bile dememisimdir oysa.



mine elini attigi her isi basariya ulastirdi bugune kadar, aslinda celimsiz oldugunu sansa da kimi zaman pes etmeye hazir olsa da hep guclu durdu narin mizacina ragmen. ilerisinde de bunun degismeyecegine eminim adimin nc oldugundan emin oldugum kadar. iyi ki dogdun mine, iyi ki varsin senin zarafetine uymayan bu dunyada.

October 8, 2010

decemberist

suphesiz mukemmel bir katilim, tek bir kere bile elime silah almamis olmam, bir cesede dokunmayisim bunu degistirmiyor. o kadar cok kisi oldurdum ki, artik geriye bakma hissi bile olusmuyor icimde. mesela eski bir arkadasim agza alinmayacak laflar etmedi, kusmedik biz onunla. olmesine izin verdim ben onun. hepsini oldurdum. bizi birakip giden okul mudurumuzu, dadimi, baska ulkelere tasinan arkadaslarimi, artik sevmedigim sevgilileri, konusacak sey bulamadigim arkadaslari, hadsiz hocalari. kanlarini akitmadim belki, ruhlari bedenlerini terk etmedi. hatta belki bir yerlerde nefes aldiklarini da dusunuyorlar ama ben oldurdum hepsini. hepsi oldu benim icin. yaslarini tutucak kadar da deger vermedim, olulere saygi duymadim. onlari hatirlaticak semboller birakmadim, onlari anmadim. arkama bakmadim, gozumu kirpmadim. pisman miyim? asla. hepsini oldurdum ve hepsi birer olu benim icin. ben mukemmel bir katilim, ruhsuz bir manyak.

you're a tragedy starting to happen...

October 4, 2010

kafa izni veya dedikleri gibi 'keep calm and put the kettle on' bebegim



yaraticilik yoksunlugu, hastalik, cozulmesi gereken tonla soru, tekrar hastalik, dogum gunu cocugu sendromu derken yazmiyorum, yazamiyorum. dinliyorum ama, ihmal etmiyorum hic. bir muzige bir de earl gray'e her zaman vakit bulunur. siz de dinleyin, guzel soylemis buckley. (ahhh buckley! unlemi aliyoruz buraya)

September 30, 2010

September 29, 2010

consume obey die

zamaninda frankenstien sendromuna deginmistim, derinciler pek muzdarip bundan. hanefi avci son kurbanlardan. turkiyedeki satis rakamlarina gore muthis yuksek tirajli kitabinda agliyordu avciydim av oldum diye. cok ayip, dinlemisler zavallicagi. halbuki onun tek istegi vatan millet sakarya ugruna insanlarin ozel hayatlarina sizip dinleme yaparak ulkeyi kurtarmakti, kiymeti bilinmedi. neyseki akilli, vatansever gozupek beyaz turkler vatan ugruna bes kurus almadan, tabi canim milyon dolari ben attim cebime, yaptigi dinleme rezilliklerini ballandira ballandira anlatan bu eski avci yeni ava desteklerini esirgemediler.

turkiyeyi nasil bilirdiniz? bu sorunun pek cok cevabi olsa da konuyla alakali, suanlik favorim olan cevabi soylemek istiyorum ortmenim. turkiye oyle bir yerdir ki devletin icindeki devletcikler demokrasi adina her turlu kanunsuzlugu yapmaktan cekinmemis, bunlardan pacalarini siyirmislardir. oyle ki bununla alakali kitap yazmaktan da cekinmedikleri gibi bir de kanunsuzluklarindan para kazanmislardir. zamaninda mevzu bahis kanunsuzluklardan zarar goren nesil ve onlarin evlatlari da bu rezillikleri kabullendikleri gibi devletciklerin buyuklerini yere goge sigdiramamislardir. gobegini kasiyan adam versus avci vatansever savasi hoslarina gitmis, avciyi bagirlarina basmis, bir madalya vermedikleri kalmistir.

consume, obey, die.

September 25, 2010

mikrop

yakani birakmayan bir seyler var. seni rahatsiz eden, etrafindakilerin uc maymunlugundan uzak tutan bir seyler. donen dolaplari, sistemdeki hatalari gormene neden olan bir seyler. saman altindan su yurutenleri, iman adina ceplerini dolduranlari, hak hukuk diye insanlara baski yapanlari, bagimsizlik diye aglarken kuyunu kazanlari, yatak odana kadar sizip sonra ozgurluk diye bagiranlari, eline silah tutusturup baris istiyoruz diyenleri, birlik saglamak icin yakip yikanlari, gorusunu acikladigi icin dibe vurdurulanlari gormene neden olan bir seyler. bu mikrop farkindalik, hastalar pek az. bundan pek cogumuz cocuk bedenlerde olgun zihinlere sahip. bu mikrop aldigin havadan rahatsiz olmana neden olan, romantik hayallerini olduren, gorduklerini kabusa ceviren sey iste. farkinda olman ve bir seyleri degistiremiyor olman seni umutsuzluga surukluyor, icine kapaniyorsun. cok azimiz kaldi savas meydaninda, gucumuz tukeniyor. yavas yavas oluyoruz, farkindayiz...

September 24, 2010

Ters yuz yazi.

Nefesimi birakiyorum kapiyi kapatirken. 
Eski arkadasima bakiyorum, vakit doldu der gibiyim. 
Bir arkadaslik ne zaman biter, bunu size kitaplar veya insanlar soylemez. 
Icimden gelmiyor, o haliyi da sevmezdim zaten. 
Yalvariyor gozleri sanki. 
Eskiden oldugu gibi ona kizmam, bagirip cagirmam icin bekliyor. 
Kasten yapmis oldugunu ikimiz de biliyoruz. 
Sonunda krem rengi haliya isabet ediyorlar.
Damlalar havada dans ediyor gibi. 
Kahve fincani dusuyor elinden. 
Bana bakarken yakaliyorum onu, bir seyler soylemek ister gibi.
Katran kahve sever o, bu ne soyler onunla ilgili?
Bir insanin ictigi kahve kendini mi yansitir?
Onun yerine kalkip kahve getiriyorum, tam sevdigi gibi sutsuz, sekersiz. 
Yuzune bakiyorum, soyleyecegin sey bu degildi diye haykirmak istiyorum. 
Kahve istiyorum diyor sonra biraz once dusunduklerimi duymus gibi. 
Ben diyor onemli bir seyler soyleyecek gibi bir ifadesi var. 
Bir seyler icer misin diye sormuyorum, o da herhangi bir sey istedigini soylemiyor. 
Calan sarkiyi taniyamiyorum, oysa evimdeki cdleri yuzlerce kez dinlerim. 
Muzige odaklaniyorum. 
Sessizlik hakim duvarlara, rahatsiz oluyorum. 
Ne kadar da rahat, sinirleniyorum. 
Salondaki mavi koltuguma oturuyor, kendi eviymis gibi giriyor iceri. 
Saclari bu kadar bakimsiz miydi, hic fark etmemisim. 
Onu gordugume sevinmis gibi yapmiyorum, zaten o da mutlu gozukmuyor. 
Kapi caliyor, kayitsizca aciyorum.  
Nefesini tut, gozunu ac.

the scientist'in enfes klibi gibi.

dipnot: 'Burada yazanlarin hepsi gercektir.
Ama ayni zamanda hepsi yalandir.
Cunku onu ben yazdim' Kursat Basar.

September 23, 2010

What's the worth in all of this?

Kafamda bu soru bir suredir, ne zaman biter cocukluk? Benimki bitti, bir kac gun sonra gelecek dogum gunumle devlet nezdinde cocuk sayilmayacak olmamla alakasi da yok bunun. Biteli cok oldu, gomup yasini bile tutmadim aslinda. Bittiginde bitiyor, anliyorsun iste bir sekilde. Tanimlamak zor bunu. Cocukluktan anladigimiz ne bizim? Bunu konusuyorduk bir arkadasimla, o an fark ettim ki cocukluk benim kafamda parcalara ayriliyor. Tek bir seyi temsil etmiyor, tek bir turu yok. Ilkini tanimlamak zor, onu ben coktan kaybettim. Bahsetmesi guc. Her ne kadar birisini, yasadigin bir sey asla unutmayacagini hissetsende unutuyorsun. Olen birisinin yuzu hatrinda solmaya basliyor, hatirlaman icin fotograflarin yardimina ihtiyac duyuyorsun. Burnu nasildi, gulusu guzel miydi, ses tonu cok mu kalindi emin olamiyorsun. Benim icin olen cocukluk da boyle bir sey iste, tatli miydi, sever miydim? Bilmem. Ufak tefek seyler miras kaldi hayatimin o kismindan, hala cizgi filmleri ayni heyecanla seyrederim. Ayni tutkuyla cikolatanin paketini acarim.Kafamdaki 'cocuklugun' diger parcasi ise anne ve baban hayatta oldukca yasayacagin cocukluk. Ikisini, anne ve babani, de kaybettigin zaman sen artik birisinin cocugu olmuyorsun, hastalaninca mizmizlanacagin, coluk cocuga karistiginda bile kucagina oturtup sacini oksayacak birisi olmuyor hayatinda. Henuz bu parcam benimle, digeri ise coktandir yok. Cocuklugun diger parcasi daha agir basiyor bende, daha onemli gorunuyor gozume. Belki de artik ona sahip olmadigim icin bu boyle. Tek bildigim diger parcasini yasiyor da olsam cocuklugumun bitmis oldugu, cok yas once.

blur'un en sevdigim, bu yazi yazarken dinlendigim, sarkisinda da dedigi gibi;
if the child in your head is dead, sing to me.

September 22, 2010

Dersimiz tarih

Daha once de yakindigim gibi tarih dersi konusunda dertliyim. 'He said, she said' anlatimli, verilerden uzak anlatilan ders benim bunyeye alerji yapiyor. Madem oyle biraz eglenelim diyorum acikcasi bu derslerde. En son mancuryanin onemini soran sevgili hocamizin verdigi ilhamla nc aktarima basliyor: Mancurya curuk meyvesinin anavatani olup cok onemli bir pazardir. Curuk meyvesi tadiyla dillere destan olup, hasat kolayligiyla da ciftci dostu oldugu bilinen bir meyvedir. Hatta curuk kelimesinin bu meyve adindan geldigi, bu meyvenin guzelligi kiskananlarin bu kelimeyi kullandiklari da soylenir. kimi tarih kitaplarina girmis bir baska soylence ise bu meyvenin sevgili tarih ogretmenimizin bize hayranlikla aktardigi Alman ve Japon disiplininin de kaynagi oldugudur.

Tarih derslerinde gecen bir baska diyalog ise size ders hakkinda dusuncelerimin kaynagini gosterecek nitelikte. Her uc cumlesinden biri Amerikalilar savasta silah satti olan hocamiza Turkiye de ikinci dunya savasinda Almanlara silah satmisti zaten dememizle basladi. Hocamiz once afalladi sonra evet oyle tarz seyler olmustu o donemler, ama hic savasa girmedik dedi. biraz toparlanip zirhini kusandiktan sonra verdigi yanit gozlerimi doldurdu, hayran kaldim. (!) "Fakat silah satimi olmadi cocugum, biz almanlara sadece krom satmistik..." Bu son yorum karsisinda gulsem mi, aglasam mi bilemedim acikcasi. Soyle bir yorum getirebilirim ancak; evet cunku krom silah yapiminda kullanilmiyor, her gun sabah aksam yemege serpilen krom zihin aciyor. Bizdeki hata da bu oldu, Almanlara satmayip kromu balla karistirip colugumuzun cocugumuzun ekmegine surup yedirsek cok faydali nesiller cikardi...

Hocaaam, Almanlar yenilince biz de yenik mi sayiliyorduk?

September 20, 2010

tertemiz bulandik pislige

sinekler azili dusmanimiz olarak belirlenmeli, gerisi yalan. 28 tane isirik sayabildim simdiye kadar, evet issiz gucsuzum. yok kene, yok kus, yok domuz diye panik yapiyoruz ama esas canavar yani basimizda. kanimizi emiyor.

bir ara 'amerikalilar keneleri ucaklardan atiyormus etrafa, oldurecekler bunlar bizi' diye teoriler dolasiyordu ortalarda. guldum gectim her akil sagligi yerinde birey gibi, eskidi bu 'blame it on them' numarasi diye dusundum. ama simdi dusununce mantikli, adam ne diye asmak kesmekle ugrassin. salsin etrafa sivri sinegi, bak bir kan damlasi bile birakiyormu. yoksa, yoksaaaa sivri sinekleri sokaklara amerika mi saliyor?!

nc mor ve otesinin pis adli sarkisini dinlerken bildirdi. saglikli kalin, sinek oldurucunun gucunu hafife almayin. gazete de isinizi gorur tabi, ona da uvey evlat muamelesi yapmayin.

September 19, 2010

government

1984 G.Orwell  1960, 1971, 1980lerin olumsuz eseri. 
okumuyorum ve bundan rahatsiz olmuyorum, 
bilmiyorum ve ogrenmemenin ayip olduguna inanmiyorum 
diyen bir neslin egitim rehberi.

September 18, 2010

ulkem?

before
Bir ulkede duzenin isleyisi hakkinda ipucu edinebileceginiz bazi seyler vardir.
Etrafta asfalt yol icin, kaldirim yapimi icin, alt gecit veya ust gecit insaasi icin bunlari yapan belediyenin baskanina tesekkur eden pankart asiliysa oradan hizla uzaklasin. O senin gorevin, ne tesekkuru? Bulundugunuz yerde insanlar islerini rica minnet yapiyor, kafasina kafasina vura vura o da olmadi aman pasam, buyuksun pasam diyerek gorevini yaptirmak zorunda kaliyorsunuz demektir.

Bir vatandas secim icin oy kullanmaya gittiginde veya maasini cekmek icin bankaya ugradiginda devlet kayitlarinda olu oldugunu ogreniyorsa atin kendinizi denizlere. Zira devlet baba sizi zaten olmeden mezara koymustur.

Bir ulkede yapilan askeri darbeler bir elin parmagiyla gosterilebiliyorsa o ulkede demokrasi kavramsalliktan oteye gitmiyor demektir. Hak hukuk diye aglarken kafaniza asker elinden bir samar yemeniz olasi. Sonra demokrasi icin hayir dedim diyeler cikinca sasiriyoruz ayip bize, adam demokrasi ne bilmiyor zaten.

'Netekim' pasa*sinin ismi okullara, sokaklara, caddelere verilirken ses etmeyen bir guruhun yerlere goklere sigdiramadigi insanin isminin verildigi sokagin tabelasini indirmeye kalktigi bir ulkede yasiyorsaniz hem rezil hem vezir olmaniz olasidir. Minik serce'nin de hatasi bol, dusunce ozgurlugu olmayan ulkede dusunce aciklanir mi? hic yakistiramadim.

Simdilik bu kadar ornek var aklimda, daha da cogaltilabilir tabi.

after

*Bodrum pasasi fikrasini da okumanizi tavsiye ederim,
pasa kelimesini neden sevdigimi anlayacaksiniz.

September 17, 2010

şimdi reklamlar

  ...I'll gamble away my fright.
 
[http://www.beirutband.com/]

bi' koltukta bin karpuz.



bendeniz nc hem gomünist hem anarşik hem faşo hem siyonist hem rahibe hem hacı hem bacı hem çıtır hem kıtır hem hanımefendi hem domestik ruhlu hem fahişe hem sağcı hem solcu hem yollu hem yolcu hemen samancı hem sucu hem yazar hem bozar...





(ha benim ilham perim reklamı izledikten sonraki tepkim de şuna çok yakındı, bu çok başka bir mesele. o cayır cayır bağıran kızın annesi olsam ben tanımıyorum bunu, bi' iki sevişmişliğimiz bile yok der, mekanı terk ederdim.)

...hem rezil hem vezir ...

dogru insan

Yaklasik 7 milyar ruh dolasiyor dunyada. 7 milyarin bir kismi 'ruh esini' buluyor, bir kismiysa o kadar ruh icinde onun yalnizliga terk edildigine inaniyor. Herkese uygun bir ruh var disarida, oyle deniyor. Yalniz degilsiniz diye teselliyor ediyorlar sizi. En kalabalik nufus oranindan birine sahip Cin'de olabilir belki Amerika'da dolasan bir ruhun ikizi. Bambaska bir denizin cocuklarini ele alalim, sakin bir sahil kasabasi veya ufak bir koy belki. Toplasaniz nufusu iki yuzu gecmiyor. Her ruh birbirine asina. Bunun yirmisi ufak daha, yirmisi ise coktan yitirmis gencligini.  Bir yirmi de esini bulmus olsa geriye yuz yirmi ruh kaliyor. (Korkmayin bu hesap sonucu 40 cikmiyor*). Bu yuz yirminin altmisinin kadin, altmisinin erkek oldugunu farz edelim. Tek bir kadin ruh, ruh esini bulmak icin geriye yuz ondokuz ruh kaliyor. Cunku o ruhun bu kasabadan oteye gitmesi, baska denizlerin sabahina uyanmasi olasi degil. Yedi milyar ruh icinde bir 'es', oysa onun digerleri kadar sansi yok. Ruh esi belki bambaska bir sehirde kalkmis kahvaltisini ediyor simdi. Oysa o cok uzaklarda, o kasabada esini bekliyor. Simdi soyleyin bana, gercekten herkes bir gun esini bulabiliyor, herkes bir gun sevgiyi hissedebiliyor mu? Adil diyebilir misiniz buna?

*Devlet Bahceli'ye metalci selami gondererek gonlunu alalim.

September 16, 2010

Tat*

Her okunan muhakkak tat bırakır ağızda, bir şeyler uyandırır kafada. İster edebi bir makale olsun, ister tuvalette can sıkıntısından okunan deterjan kullanım talimatları. Yazdıktan sonra adam akıllı okudum bu zırvalarımı. Bunu tarif etmek için benim çok sevdiğim, canım demekte sakınca görmeyeceğim** arkadaşımın çok sevdiği bir şarkıdan bir söz alıntılamak gerekiyor. "Hardcore soft porn" Ha bel altı referans çok var mı bilemedim, o ayrı.


*Ketçap reklamı gibi olmuş bence, özürlerimi sundum gitti.
**kızlar, kıııızlar çok yapmacık oluyor paket servis elemanına bile canım demekten çekinmeyişiniz.

kurdeleye kestik? vol 2

"benim.
by nc on 30 August 2010 at 01:37
yeni fark ettim, ben yazdiklarimi -ister keyfi bir yazi olsun ister okul icin yazilmis bir makale- okumuyorum. yaziyorum ve bir yerlere kilitliyorum, bazen buraya (facebook blogu) koydugum da oluyor. ama donup okumuyorum. yazdiktan sonra hizlica bir kez okuyup yazim yanlislarini duzeltiyorum sadece. gizem yaratmak degil esasinda amacim, sadece yazdiktan sonra benim degil gibi geliyor onlar. 'If I get it all down on paper, it's no longer inside of me...' demis Anna Nalick, benimki de o hesap iste. bir seyleri yazarken kafadakiler benim dusuncelerim evet, kabul. ama kagida dokulunca baska bir sey oluyor, yeni bir kimlige burunuyor, artik benim icimde olmuyor. iste o sebeple okumuyorum ben onlari, sanki birinin mahremiyetine burnumu sokuyormusum gibi bir hisse kapiliyorum. dusununce sacma belki, ben dusundum, ben susledim, onu o yapan benim. infected mushrooms ve earl grey'i azaltsam mi acaba diye dusuncelere dalarak bunu da bitirmenin vakti geldi. gule gule yazi, tozlu raflari fethetme vaktin geldi."


Alışkanlıklar beslenmemeli, terk edilmelidir. En azından 'ev' hissini tadamayan, 'evde' olamayan ruhlar için bu böyledir. Evsiz ruhumun bir şeylere bağlı kalması onu yoruyor, bir de böyle deneyelim bakalım.

biz

  • aynaya bakiyoruz - gordugumuzden son derece memnunuz. hic kotu seyler yapmiyoruz, kendimizi gorunce utanmiyoruz. bize bir puan.
  • yataga uzaniyoruz - hicbir dusunce aklimiza ususmuyor, dort donmuyoruz yatakta. hemen uykuya daliyoruz. oldu mu sana iki puan.
  • ramazan geldi - ehehe orucluyum ben, almiyim diyoruz. on dakika sonra televizyon basinda allah ne verdiyse goturuyoruz, kimsenin bizi gormediginden eminiz. huzurluyuz. uc mu dedi birisi?
  • facebooka girip barinak hayvanlarina destek gruplarini begeniyoruz - birisi barinaktan hayvan almak mi dedi, petshop dururken ne gerek var canim. dort puan olmusuz bile.
  • ona buna cemkiren yazilar hazirlayarak bilincliligimizi gosteriyoruz - alkis kiyamet yorumlar bizi bekliyor, 'az yazili, bol resimli' dergilerimizi sakliyoruz. bes puan cepte.
  • public icinde bizi gorenler kedi gibi oldugumuzu soyluyor - tum sekerligimizi sergiliyoruz, kapilari carpmiyoruz. ah sekerim tuzu uzatir misin diyoruz. neyseki kimse evden cikarken sinir krizi gecirdigimizi, okkali kufurler savurdugumuzu bilmiyor, biz hala seker ayseyiz. alti puan, zirvenin yollari tastan 10 puan cikardi beni beni bastan.
  • sevgilimize dunyanin en yakisikli/guzel insani oldugunu soyluyoruz. - onu pohpohluyor, gerekirse simartiyoruz. birkac dakika once baska birisiyle yiyistigimizi caktirmiyoruz. yedi puanimizi bozdurup harcayabiliyor muyduk?
  • hic kin tutmuyoruz - herkesin sevgilisini oynuyoruz. kimsenin arkasindan dolap cevirmiyoruz. en azindan arkada kanit birakmiyoruz. sekiz puan mi? sekiz ugurlu sayimiz.
  • yalan soylemiyoruz - soylersek kendimizi inandiribilir miydik diye dusunuyoruz hemen, panige kapilmiyoruz. durustluk timsaliyiz. hem ayrica biz ona yalan soylemek de demiyoruz, 'sordun da soylemedim mi?' diye cevabi yapistiriyoruz. dokuz puan, zirveye cok az kaldi.
  • kimsenin ayagini kaydirmiyoruz - kimsenin hakkini yemiyoruz. sadece onlari biraz bekletiyor biz siranin onune geciyoruz hakkimizi almak icin. dusene bir tekme de biz vurmuyoruz, sadece zaten dusmus birine yardim etmeye gerek gormuyoruz. ve zirve, disimizi tirnagimiza taktik ve 10 puanin sahibi biz olduk.
(Yzaarken Converting Vegetarians - Infected Mushroom dinledim)

Çekip gidesim var uzaklara

(yazim tarihi 27 Mart 2009)
"Londra kim bilir ne güzeldir şimdi. Alsam başımı gitsem, iliklerime kadar ıslansam yağmurun altında piccadillynin uğultusunda. Hyde parka gitsem sonra, koşsam dilediğimce. Sonra en yakın bella italia'ya uğrasam ufak bir pizza ısmarlasam kendime. Sonra oradan çıkıp flake'li dondurma alsam köşe başındaki sokak satıcısından. Marks and spencer'a da uğrayıp taze ahududu alsam, dondurmayla essiz olmaz mi? Oradan Hamleys'e uğrasam, oyuncak alsam kendime yeniden çocuk gibi hissedebilmek için. Günün yorgunluğuyla otele sığınsam, yağmurun sesiyle uykuya dalsam. Mükemmel olmaz mıydı?"


Bir arpa boyu yol gidememis olmam...