September 3, 2012

beni kategorize et

aynı havayı soluyoruz, aynı kelimelere ağlıyor gülüyoruz belki. hatta olur ya, aynı isimlerle çağrılıyoruz. bu senin beni etiketlemen için yeterli, "who am i to disagree" diyor kadın mırıldanır gibi. senin değerlerin var, belki ben görüş kabul etmem ya yine de görüşlerin var. ilkelerin, ülkülerin gereği bir iyin bir kötün var. sokaklar senin zaferlerine çıkıyor, senin bayramların kutlanıyor. bense kız tarafı mı erkek tarafı mı bir türlü çıkarılamayan konuğum senin dünyanda. insanım diyorum, orada bulunmak, belki bir iki sohbet eşliğinde bir bardak içmek benim de hakkım. garip kaçıyorum, pembe altı kırmızı oluyorum birden. ya geline yaklaşmalıyım, ya beni damat tanımalı bu hayatta, davetli olmam yetmiyor. ne seninle, ne sana karşıyım ya; çekinme, beni kategorize et ayşe, benimle oyna ali. sıkıştır, tıkıştır, oyna benimle.

rezil miyim, vezir miyim belli değil.
ne o, korkuyor musun yoksa?

September 2, 2012

nehirleri yataklarında ayırıp da örterdim

bir odada bir kadın ağlıyor. yaklaşıyorsun, neden ağladığını soruyorsun. onun için değil, kendin için soruyorsun. onun için orada olsan nedenler umrunda olmaz, belki sarılır belki sırtını sıvazlarsın. acı senin değil, göz yaşları bir yabancının gözlerinden akıyor. o an belki de iyi ki benim başıma gelmediler beyninde depar atıyor. trajedi böyle bir hadise, besleniyorsun. trajediyi yakından izlemek belki yemek içmek kadar gerekli bir hadise, ondan bir kaza gördün mü aracını kenara çekip izliyorsun oradaki kuru kalabalık gibi. benim başıma gelmedi hissinin gerekliliği seni trajediyer yapıyor.

tam burada senaryo değişiyor.

bir odadasın, ağlıyorsun. yanında bir kadın, gamzesinin varlığı onun mutlu biri olduğunun işareti. sen orada ağlarken gülmüyor ama gözleri onu ele veriyor. o an senin beyninde, neden ben tanrım neden? açık ara önde. ben kötü biri miyim, neden gamzeli ağlamıyor da çanlar benim gözümü terk ediyor diyorsun. çaresizlik ve nefret seni sarıp sarmalayan arkadaşların, o noktada ağlamayı kesiyorsun. gamzeli senin trajedinden beslenmemeli, keder seni odalara sığdırmıyorken bir trajediyer'e yer yok bu odada.

ve kamera başka bir haneye kayıyor.

televizyon açık, bir kadın senaryoda ona biçilen ağlamayı sergiliyor. odada yalnız. sen gülüyorsun, anlamsız bir şekilde ekrana kilitlenmişsin. trajedi istediğin için belki tam o an elinin altında bulunun kumandaya yeltenmiyorsun. bihter ağlıyor, sana gün doğuyor. trajediden geri duramıyorsun, sen ağlamıyorsun ya, içindeki trajediyer tüm gece başucunda seyrettiği rugan ayakkabıları nihayet ayağına geçirmiş gibi şen.

tam bu anda senaryo şehrin en işlek caddesine kayıyor.

bir ambulans geçiyor, sirenleri yüzlerce adam ve kadın kahkahasını yırtıyor. telefona sarılıyorsun. sevdiklerin bir bir açıyor telefonu, naber abi ne olsun dışardayım işte. rahatlıyorsun, sirenler senin için çalmıyor. işte o an aklın sirenlere kayıyor, trajedi kimi avlıyor diye düşünüyorsun, belli belirsiz bir gülümseme yayılıyor beyin kıvrımlarına. hakan günday sözü devralıyor tam bu noktada; "sonuç olarak, mahvedilmiş hayatlar, yetenekler ve kaçırılmış fırsatlarla dolu yıllar hakkında konuşmak zevklidir eğer o hayatlar, yetenekler ve yıllar size ait değilse."

sen modern şehir hayvanısın, sen bir trajediyersin.
nehirleri yataklarında ayırıp da örtersin
ve trajedi en güzel yerinde durur evin
ruhuna tenezzül etmedikce.