October 29, 2010

kanat

insan
neden
bazen
kanadin
sevildigi
kadar
sevmiyor
olabilicegini
dusunur
hep
merak
etmisimdir.

October 28, 2010

ne$esi yeter?

oncelikle kucuklerimin gozlerinden opmez, buyuklerime saygi duymam diyerek girizgahi yapiyorum. kucuklerimi fazla itici, buyuklerimi fazla karamsar buluyorum. ben ki tek saniye polyanna izlemeyi reddetmis adamim sizin bu melankoli sevdanizi anlamiyorum. ya adamin birinin bilmem kac kere kalp krizi gecirdigi, bilmem kac kere kotu yola dusup temiz aile ortamina donduruldugu, mutlulugu kadehlerde arayip sonunda surundugu dizileri, filmleri izlemeye merakiniz nedir anlamiyorum, gec otur sifir diyorum. kara edebiyati severim, cunku her turlu dusmusluge ragmen aci edebiyati satilmaz size. gercekcidir, en azindan bu benim icin boyle. bir endami, bir karizmasi vardir kara edebiyatin zavalli cocugunun olup bitmesinde.

hayatimin pek cok noktasini mutsuz gecirdim, bence bu uzulesi bir sey de olmadi. olmedim surundum ulen diye paralamadim kendimi satirlarda. kimsenin bilmesine de luzum yoktu. pek cok sefer bitse de gitsek noktasina erismeme ragmen hic terk-i diyar meselesini dusunmedim, eninde sonunda bitecek bir seyi hizlandirmanin alemi yok dedim. hepsine ragmen nesesi yeter insani oldum ben, benimle birlikte neseyi yasadigini hissettim insanlarin. belki kimi zaman suniydi nesem ama etrafima oluk oluk huzun akitmadim en grisinden.


October 26, 2010

ilhan

katıldığım cenazeleri pek hatırlamam, çok katıldığım cenaze olduğunu da sanmıyorum. yine de kafamda çok canlıydı imgesi, kimilerine göre şiirseldi üstelik. muhtemelen chopin'in bir prelüdü çalıyordu, yapraklar kocatepe'nin avlusunu silmiş süpürmüştü. belki yağmur çiseliyordu, ıslaktı gözler biraz. kederli maskeleri takılıydı, pek dertliydi hepsi.

bu imge martın dokuzuncu günü, iki binin dokuzunda biraz mutlu biraz huzurlu uçan kuşun cama yapışıp yitmesi gibi yitti, parçalandı. ufak kırıntıları kaldı elimde. hem yasını tutmam gereken bir dedem varken imgenin yası çok kısıktı. haberi aldığımda kurutmam gereken saçlarım, silmem gereken yaşlarım vardı. üstelik babaannemin dediği gibi hayat hiç durmaz, soluklanmamdan hoşlanmazdı. kuş henüz ölmemiş, son nefeslerini harcamaktaydı. ben ise bunun farkına varmamış, henüz aydınlanma anımı yaşamamıştım. bunun için dedemin cenazesine katılmam gerekiyordu.

biraz sıkılmış, çokça kırılmıştım. kocatepe avlusunda on yedilerindeki bedenime otuzlarında matenetli bir hatun sıkışmış, yakalara takılacak resimlerin peşinde koşmak zorunda kalmıştı. bizimkiler kendilerini gözlerindeki kızıllıklara bırakmıştı. etrafta iki sigara arası cenaze yapan doluydu, kederlerini ucuz sahne makyajına borçluydu. yağmur beni yarı yolda bırakmamış, meleklerin gözyaşı dedemin arkasından sokakları ıslatmıştı. melodi bir prelüdden çok uvertüre benziyordu. o zamana kadar ağlamayı reddeden gözlerim dedem biraz şık biraz kırık yolculuk arabasına bindirildiğinde rahatladı.

peki ama neden yazildi? cunku bu incecik bir veda havasidir.

October 25, 2010

medulla oblongata, medulla.

.
-her an bir koseden musikide herkes 
iki yuzlu diye kendini hirpalayan 
yilmaz morgul'un cikmasindan,
-dus alirken gozlerimi kapatmaktan,
-uyuyacakken dusuncelerin basima ususmesinden,
-kulagakacan boceginden nasibimi almaktan,
-o uzun koridoru karanlikta gecmekten,
-kalbimi kiran kisir dongulerden,
-kizilayin kalabaliginda kaybolmaktan,
-buyumekten ve hep cocuk kalmaktan,
-yagmur yagdigini anlayamayacak,
duyamayacak kadar yaslanmaktan,
-gozume sampuan kacmasindan,
-mantikli dusunmeyecek hale gelmekten,
-sansimin yaver gitmemesinden 
dolayisiyla iki ayak ustune dusememekten,
-onemli esyalarimi bir yerlerde unutmaktan,
-kendimi kaybedip hic bulamamaktan,
-en onemlisi de nefes almaktan korkmaktan
korkuyorum.
iliklerime kadar.

October 24, 2010

the other half of the twisted twins

ben geceysem o gunduzdur, o kotu polistir ben iyi polisken. ve o yirtik bir istanbul gecesinde sokaklarda bagir cagir sarki soyleyen catlaktir, etrafin disariya karsi ayiplarken icten ice imrendigi. o benim keske daha once tanissaydim dedigim ilk insandir ve keske hep kalsa dedigim son insan. o yuzden raflara kaldirin onyargili gozluklerinizi ve acin zihninizi; cunku o yeni bir solukla burada, uyusturmak icin beyninizi.

for my twisted sister, the bootycat.
(I was born too late into a world that doesn't care...)

October 23, 2010

smile like you mean it? (soru degil)

bana sebepsiz yere bagirilmasindan, bana duyulmayan ofkenin yansitilmasindan hicbi' zaman hoslanmadim. bu ara o kadar cok oldu ki durup dusundum bunun uzerine kafam rahatken. bana bunu yapmasina ragmen tek yuzune baktigim insan babam, bunun disinda hep kafamin bir yerine kaliyor o hareketler. ha babami bile affetmiyorum aslinda yaptigi sey icin, o da affedilmeyi beklemiyor ozur dilemedigi icin. sizin gibi. bu yuzden size karsi davranislarimi, soguklugumu sorgulamayin, siz istediniz bunu, siz affetmemem icin ozur dilemediniz. bundandir ki sizi asla eskisi gibi sevmeyecegim, asla sizi animsarken eskisi gibi gulmeyecegim. nihayetinde gelecekte bir gun sizi seviyorum diyemem, sizin diyemeyeceginiz gibi.

fair warning diyelim.
suum cuique.

October 16, 2010

mine

bugun cok ozel birinin dogum gunu. mine cicegi gibi narin ve zarif birinin. eger bir sozluk olusturacak olsam zarafet kelimesinin tanima tereddut etmeden eklerdim annemi. annem oldugu icin kiyak gecmiyorum, hatta sanirim onun gibi narin bir cicege yaklasmasini bilmeyenlerdenim. sirf hosluk olsun diye iltifat edenlerden de olmadim hic, yani mine bu tanimlarin hepsini hak ediyor. hatta sanirim yetersiz kaliyor onu anlatmaya. her zaman jean seberg'in kumral ve cimen gozlu hali gibi gelir mine bana, kisaciktir hep saclari. parizyen havasi, incecik esarplari, her zaman hayran kaldigim tavirlari. jane birkin ruzgari vardir biraz onda. zekidir, mantiklidir hep. mine cicegi gibi en ihtiyacim oldugu anda birden bire biter orada, arayip imdat bile dememisimdir oysa.



mine elini attigi her isi basariya ulastirdi bugune kadar, aslinda celimsiz oldugunu sansa da kimi zaman pes etmeye hazir olsa da hep guclu durdu narin mizacina ragmen. ilerisinde de bunun degismeyecegine eminim adimin nc oldugundan emin oldugum kadar. iyi ki dogdun mine, iyi ki varsin senin zarafetine uymayan bu dunyada.

October 8, 2010

decemberist

suphesiz mukemmel bir katilim, tek bir kere bile elime silah almamis olmam, bir cesede dokunmayisim bunu degistirmiyor. o kadar cok kisi oldurdum ki, artik geriye bakma hissi bile olusmuyor icimde. mesela eski bir arkadasim agza alinmayacak laflar etmedi, kusmedik biz onunla. olmesine izin verdim ben onun. hepsini oldurdum. bizi birakip giden okul mudurumuzu, dadimi, baska ulkelere tasinan arkadaslarimi, artik sevmedigim sevgilileri, konusacak sey bulamadigim arkadaslari, hadsiz hocalari. kanlarini akitmadim belki, ruhlari bedenlerini terk etmedi. hatta belki bir yerlerde nefes aldiklarini da dusunuyorlar ama ben oldurdum hepsini. hepsi oldu benim icin. yaslarini tutucak kadar da deger vermedim, olulere saygi duymadim. onlari hatirlaticak semboller birakmadim, onlari anmadim. arkama bakmadim, gozumu kirpmadim. pisman miyim? asla. hepsini oldurdum ve hepsi birer olu benim icin. ben mukemmel bir katilim, ruhsuz bir manyak.

you're a tragedy starting to happen...

October 4, 2010

kafa izni veya dedikleri gibi 'keep calm and put the kettle on' bebegim



yaraticilik yoksunlugu, hastalik, cozulmesi gereken tonla soru, tekrar hastalik, dogum gunu cocugu sendromu derken yazmiyorum, yazamiyorum. dinliyorum ama, ihmal etmiyorum hic. bir muzige bir de earl gray'e her zaman vakit bulunur. siz de dinleyin, guzel soylemis buckley. (ahhh buckley! unlemi aliyoruz buraya)