September 30, 2010

September 29, 2010

consume obey die

zamaninda frankenstien sendromuna deginmistim, derinciler pek muzdarip bundan. hanefi avci son kurbanlardan. turkiyedeki satis rakamlarina gore muthis yuksek tirajli kitabinda agliyordu avciydim av oldum diye. cok ayip, dinlemisler zavallicagi. halbuki onun tek istegi vatan millet sakarya ugruna insanlarin ozel hayatlarina sizip dinleme yaparak ulkeyi kurtarmakti, kiymeti bilinmedi. neyseki akilli, vatansever gozupek beyaz turkler vatan ugruna bes kurus almadan, tabi canim milyon dolari ben attim cebime, yaptigi dinleme rezilliklerini ballandira ballandira anlatan bu eski avci yeni ava desteklerini esirgemediler.

turkiyeyi nasil bilirdiniz? bu sorunun pek cok cevabi olsa da konuyla alakali, suanlik favorim olan cevabi soylemek istiyorum ortmenim. turkiye oyle bir yerdir ki devletin icindeki devletcikler demokrasi adina her turlu kanunsuzlugu yapmaktan cekinmemis, bunlardan pacalarini siyirmislardir. oyle ki bununla alakali kitap yazmaktan da cekinmedikleri gibi bir de kanunsuzluklarindan para kazanmislardir. zamaninda mevzu bahis kanunsuzluklardan zarar goren nesil ve onlarin evlatlari da bu rezillikleri kabullendikleri gibi devletciklerin buyuklerini yere goge sigdiramamislardir. gobegini kasiyan adam versus avci vatansever savasi hoslarina gitmis, avciyi bagirlarina basmis, bir madalya vermedikleri kalmistir.

consume, obey, die.

September 25, 2010

mikrop

yakani birakmayan bir seyler var. seni rahatsiz eden, etrafindakilerin uc maymunlugundan uzak tutan bir seyler. donen dolaplari, sistemdeki hatalari gormene neden olan bir seyler. saman altindan su yurutenleri, iman adina ceplerini dolduranlari, hak hukuk diye insanlara baski yapanlari, bagimsizlik diye aglarken kuyunu kazanlari, yatak odana kadar sizip sonra ozgurluk diye bagiranlari, eline silah tutusturup baris istiyoruz diyenleri, birlik saglamak icin yakip yikanlari, gorusunu acikladigi icin dibe vurdurulanlari gormene neden olan bir seyler. bu mikrop farkindalik, hastalar pek az. bundan pek cogumuz cocuk bedenlerde olgun zihinlere sahip. bu mikrop aldigin havadan rahatsiz olmana neden olan, romantik hayallerini olduren, gorduklerini kabusa ceviren sey iste. farkinda olman ve bir seyleri degistiremiyor olman seni umutsuzluga surukluyor, icine kapaniyorsun. cok azimiz kaldi savas meydaninda, gucumuz tukeniyor. yavas yavas oluyoruz, farkindayiz...

September 24, 2010

Ters yuz yazi.

Nefesimi birakiyorum kapiyi kapatirken. 
Eski arkadasima bakiyorum, vakit doldu der gibiyim. 
Bir arkadaslik ne zaman biter, bunu size kitaplar veya insanlar soylemez. 
Icimden gelmiyor, o haliyi da sevmezdim zaten. 
Yalvariyor gozleri sanki. 
Eskiden oldugu gibi ona kizmam, bagirip cagirmam icin bekliyor. 
Kasten yapmis oldugunu ikimiz de biliyoruz. 
Sonunda krem rengi haliya isabet ediyorlar.
Damlalar havada dans ediyor gibi. 
Kahve fincani dusuyor elinden. 
Bana bakarken yakaliyorum onu, bir seyler soylemek ister gibi.
Katran kahve sever o, bu ne soyler onunla ilgili?
Bir insanin ictigi kahve kendini mi yansitir?
Onun yerine kalkip kahve getiriyorum, tam sevdigi gibi sutsuz, sekersiz. 
Yuzune bakiyorum, soyleyecegin sey bu degildi diye haykirmak istiyorum. 
Kahve istiyorum diyor sonra biraz once dusunduklerimi duymus gibi. 
Ben diyor onemli bir seyler soyleyecek gibi bir ifadesi var. 
Bir seyler icer misin diye sormuyorum, o da herhangi bir sey istedigini soylemiyor. 
Calan sarkiyi taniyamiyorum, oysa evimdeki cdleri yuzlerce kez dinlerim. 
Muzige odaklaniyorum. 
Sessizlik hakim duvarlara, rahatsiz oluyorum. 
Ne kadar da rahat, sinirleniyorum. 
Salondaki mavi koltuguma oturuyor, kendi eviymis gibi giriyor iceri. 
Saclari bu kadar bakimsiz miydi, hic fark etmemisim. 
Onu gordugume sevinmis gibi yapmiyorum, zaten o da mutlu gozukmuyor. 
Kapi caliyor, kayitsizca aciyorum.  
Nefesini tut, gozunu ac.

the scientist'in enfes klibi gibi.

dipnot: 'Burada yazanlarin hepsi gercektir.
Ama ayni zamanda hepsi yalandir.
Cunku onu ben yazdim' Kursat Basar.

September 23, 2010

What's the worth in all of this?

Kafamda bu soru bir suredir, ne zaman biter cocukluk? Benimki bitti, bir kac gun sonra gelecek dogum gunumle devlet nezdinde cocuk sayilmayacak olmamla alakasi da yok bunun. Biteli cok oldu, gomup yasini bile tutmadim aslinda. Bittiginde bitiyor, anliyorsun iste bir sekilde. Tanimlamak zor bunu. Cocukluktan anladigimiz ne bizim? Bunu konusuyorduk bir arkadasimla, o an fark ettim ki cocukluk benim kafamda parcalara ayriliyor. Tek bir seyi temsil etmiyor, tek bir turu yok. Ilkini tanimlamak zor, onu ben coktan kaybettim. Bahsetmesi guc. Her ne kadar birisini, yasadigin bir sey asla unutmayacagini hissetsende unutuyorsun. Olen birisinin yuzu hatrinda solmaya basliyor, hatirlaman icin fotograflarin yardimina ihtiyac duyuyorsun. Burnu nasildi, gulusu guzel miydi, ses tonu cok mu kalindi emin olamiyorsun. Benim icin olen cocukluk da boyle bir sey iste, tatli miydi, sever miydim? Bilmem. Ufak tefek seyler miras kaldi hayatimin o kismindan, hala cizgi filmleri ayni heyecanla seyrederim. Ayni tutkuyla cikolatanin paketini acarim.Kafamdaki 'cocuklugun' diger parcasi ise anne ve baban hayatta oldukca yasayacagin cocukluk. Ikisini, anne ve babani, de kaybettigin zaman sen artik birisinin cocugu olmuyorsun, hastalaninca mizmizlanacagin, coluk cocuga karistiginda bile kucagina oturtup sacini oksayacak birisi olmuyor hayatinda. Henuz bu parcam benimle, digeri ise coktandir yok. Cocuklugun diger parcasi daha agir basiyor bende, daha onemli gorunuyor gozume. Belki de artik ona sahip olmadigim icin bu boyle. Tek bildigim diger parcasini yasiyor da olsam cocuklugumun bitmis oldugu, cok yas once.

blur'un en sevdigim, bu yazi yazarken dinlendigim, sarkisinda da dedigi gibi;
if the child in your head is dead, sing to me.

September 22, 2010

Dersimiz tarih

Daha once de yakindigim gibi tarih dersi konusunda dertliyim. 'He said, she said' anlatimli, verilerden uzak anlatilan ders benim bunyeye alerji yapiyor. Madem oyle biraz eglenelim diyorum acikcasi bu derslerde. En son mancuryanin onemini soran sevgili hocamizin verdigi ilhamla nc aktarima basliyor: Mancurya curuk meyvesinin anavatani olup cok onemli bir pazardir. Curuk meyvesi tadiyla dillere destan olup, hasat kolayligiyla da ciftci dostu oldugu bilinen bir meyvedir. Hatta curuk kelimesinin bu meyve adindan geldigi, bu meyvenin guzelligi kiskananlarin bu kelimeyi kullandiklari da soylenir. kimi tarih kitaplarina girmis bir baska soylence ise bu meyvenin sevgili tarih ogretmenimizin bize hayranlikla aktardigi Alman ve Japon disiplininin de kaynagi oldugudur.

Tarih derslerinde gecen bir baska diyalog ise size ders hakkinda dusuncelerimin kaynagini gosterecek nitelikte. Her uc cumlesinden biri Amerikalilar savasta silah satti olan hocamiza Turkiye de ikinci dunya savasinda Almanlara silah satmisti zaten dememizle basladi. Hocamiz once afalladi sonra evet oyle tarz seyler olmustu o donemler, ama hic savasa girmedik dedi. biraz toparlanip zirhini kusandiktan sonra verdigi yanit gozlerimi doldurdu, hayran kaldim. (!) "Fakat silah satimi olmadi cocugum, biz almanlara sadece krom satmistik..." Bu son yorum karsisinda gulsem mi, aglasam mi bilemedim acikcasi. Soyle bir yorum getirebilirim ancak; evet cunku krom silah yapiminda kullanilmiyor, her gun sabah aksam yemege serpilen krom zihin aciyor. Bizdeki hata da bu oldu, Almanlara satmayip kromu balla karistirip colugumuzun cocugumuzun ekmegine surup yedirsek cok faydali nesiller cikardi...

Hocaaam, Almanlar yenilince biz de yenik mi sayiliyorduk?

September 20, 2010

tertemiz bulandik pislige

sinekler azili dusmanimiz olarak belirlenmeli, gerisi yalan. 28 tane isirik sayabildim simdiye kadar, evet issiz gucsuzum. yok kene, yok kus, yok domuz diye panik yapiyoruz ama esas canavar yani basimizda. kanimizi emiyor.

bir ara 'amerikalilar keneleri ucaklardan atiyormus etrafa, oldurecekler bunlar bizi' diye teoriler dolasiyordu ortalarda. guldum gectim her akil sagligi yerinde birey gibi, eskidi bu 'blame it on them' numarasi diye dusundum. ama simdi dusununce mantikli, adam ne diye asmak kesmekle ugrassin. salsin etrafa sivri sinegi, bak bir kan damlasi bile birakiyormu. yoksa, yoksaaaa sivri sinekleri sokaklara amerika mi saliyor?!

nc mor ve otesinin pis adli sarkisini dinlerken bildirdi. saglikli kalin, sinek oldurucunun gucunu hafife almayin. gazete de isinizi gorur tabi, ona da uvey evlat muamelesi yapmayin.

September 19, 2010

government

1984 G.Orwell  1960, 1971, 1980lerin olumsuz eseri. 
okumuyorum ve bundan rahatsiz olmuyorum, 
bilmiyorum ve ogrenmemenin ayip olduguna inanmiyorum 
diyen bir neslin egitim rehberi.

September 18, 2010

ulkem?

before
Bir ulkede duzenin isleyisi hakkinda ipucu edinebileceginiz bazi seyler vardir.
Etrafta asfalt yol icin, kaldirim yapimi icin, alt gecit veya ust gecit insaasi icin bunlari yapan belediyenin baskanina tesekkur eden pankart asiliysa oradan hizla uzaklasin. O senin gorevin, ne tesekkuru? Bulundugunuz yerde insanlar islerini rica minnet yapiyor, kafasina kafasina vura vura o da olmadi aman pasam, buyuksun pasam diyerek gorevini yaptirmak zorunda kaliyorsunuz demektir.

Bir vatandas secim icin oy kullanmaya gittiginde veya maasini cekmek icin bankaya ugradiginda devlet kayitlarinda olu oldugunu ogreniyorsa atin kendinizi denizlere. Zira devlet baba sizi zaten olmeden mezara koymustur.

Bir ulkede yapilan askeri darbeler bir elin parmagiyla gosterilebiliyorsa o ulkede demokrasi kavramsalliktan oteye gitmiyor demektir. Hak hukuk diye aglarken kafaniza asker elinden bir samar yemeniz olasi. Sonra demokrasi icin hayir dedim diyeler cikinca sasiriyoruz ayip bize, adam demokrasi ne bilmiyor zaten.

'Netekim' pasa*sinin ismi okullara, sokaklara, caddelere verilirken ses etmeyen bir guruhun yerlere goklere sigdiramadigi insanin isminin verildigi sokagin tabelasini indirmeye kalktigi bir ulkede yasiyorsaniz hem rezil hem vezir olmaniz olasidir. Minik serce'nin de hatasi bol, dusunce ozgurlugu olmayan ulkede dusunce aciklanir mi? hic yakistiramadim.

Simdilik bu kadar ornek var aklimda, daha da cogaltilabilir tabi.

after

*Bodrum pasasi fikrasini da okumanizi tavsiye ederim,
pasa kelimesini neden sevdigimi anlayacaksiniz.

September 17, 2010

şimdi reklamlar

  ...I'll gamble away my fright.
 
[http://www.beirutband.com/]

bi' koltukta bin karpuz.



bendeniz nc hem gomünist hem anarşik hem faşo hem siyonist hem rahibe hem hacı hem bacı hem çıtır hem kıtır hem hanımefendi hem domestik ruhlu hem fahişe hem sağcı hem solcu hem yollu hem yolcu hemen samancı hem sucu hem yazar hem bozar...





(ha benim ilham perim reklamı izledikten sonraki tepkim de şuna çok yakındı, bu çok başka bir mesele. o cayır cayır bağıran kızın annesi olsam ben tanımıyorum bunu, bi' iki sevişmişliğimiz bile yok der, mekanı terk ederdim.)

...hem rezil hem vezir ...

dogru insan

Yaklasik 7 milyar ruh dolasiyor dunyada. 7 milyarin bir kismi 'ruh esini' buluyor, bir kismiysa o kadar ruh icinde onun yalnizliga terk edildigine inaniyor. Herkese uygun bir ruh var disarida, oyle deniyor. Yalniz degilsiniz diye teselliyor ediyorlar sizi. En kalabalik nufus oranindan birine sahip Cin'de olabilir belki Amerika'da dolasan bir ruhun ikizi. Bambaska bir denizin cocuklarini ele alalim, sakin bir sahil kasabasi veya ufak bir koy belki. Toplasaniz nufusu iki yuzu gecmiyor. Her ruh birbirine asina. Bunun yirmisi ufak daha, yirmisi ise coktan yitirmis gencligini.  Bir yirmi de esini bulmus olsa geriye yuz yirmi ruh kaliyor. (Korkmayin bu hesap sonucu 40 cikmiyor*). Bu yuz yirminin altmisinin kadin, altmisinin erkek oldugunu farz edelim. Tek bir kadin ruh, ruh esini bulmak icin geriye yuz ondokuz ruh kaliyor. Cunku o ruhun bu kasabadan oteye gitmesi, baska denizlerin sabahina uyanmasi olasi degil. Yedi milyar ruh icinde bir 'es', oysa onun digerleri kadar sansi yok. Ruh esi belki bambaska bir sehirde kalkmis kahvaltisini ediyor simdi. Oysa o cok uzaklarda, o kasabada esini bekliyor. Simdi soyleyin bana, gercekten herkes bir gun esini bulabiliyor, herkes bir gun sevgiyi hissedebiliyor mu? Adil diyebilir misiniz buna?

*Devlet Bahceli'ye metalci selami gondererek gonlunu alalim.

September 16, 2010

Tat*

Her okunan muhakkak tat bırakır ağızda, bir şeyler uyandırır kafada. İster edebi bir makale olsun, ister tuvalette can sıkıntısından okunan deterjan kullanım talimatları. Yazdıktan sonra adam akıllı okudum bu zırvalarımı. Bunu tarif etmek için benim çok sevdiğim, canım demekte sakınca görmeyeceğim** arkadaşımın çok sevdiği bir şarkıdan bir söz alıntılamak gerekiyor. "Hardcore soft porn" Ha bel altı referans çok var mı bilemedim, o ayrı.


*Ketçap reklamı gibi olmuş bence, özürlerimi sundum gitti.
**kızlar, kıııızlar çok yapmacık oluyor paket servis elemanına bile canım demekten çekinmeyişiniz.

kurdeleye kestik? vol 2

"benim.
by nc on 30 August 2010 at 01:37
yeni fark ettim, ben yazdiklarimi -ister keyfi bir yazi olsun ister okul icin yazilmis bir makale- okumuyorum. yaziyorum ve bir yerlere kilitliyorum, bazen buraya (facebook blogu) koydugum da oluyor. ama donup okumuyorum. yazdiktan sonra hizlica bir kez okuyup yazim yanlislarini duzeltiyorum sadece. gizem yaratmak degil esasinda amacim, sadece yazdiktan sonra benim degil gibi geliyor onlar. 'If I get it all down on paper, it's no longer inside of me...' demis Anna Nalick, benimki de o hesap iste. bir seyleri yazarken kafadakiler benim dusuncelerim evet, kabul. ama kagida dokulunca baska bir sey oluyor, yeni bir kimlige burunuyor, artik benim icimde olmuyor. iste o sebeple okumuyorum ben onlari, sanki birinin mahremiyetine burnumu sokuyormusum gibi bir hisse kapiliyorum. dusununce sacma belki, ben dusundum, ben susledim, onu o yapan benim. infected mushrooms ve earl grey'i azaltsam mi acaba diye dusuncelere dalarak bunu da bitirmenin vakti geldi. gule gule yazi, tozlu raflari fethetme vaktin geldi."


Alışkanlıklar beslenmemeli, terk edilmelidir. En azından 'ev' hissini tadamayan, 'evde' olamayan ruhlar için bu böyledir. Evsiz ruhumun bir şeylere bağlı kalması onu yoruyor, bir de böyle deneyelim bakalım.

biz

  • aynaya bakiyoruz - gordugumuzden son derece memnunuz. hic kotu seyler yapmiyoruz, kendimizi gorunce utanmiyoruz. bize bir puan.
  • yataga uzaniyoruz - hicbir dusunce aklimiza ususmuyor, dort donmuyoruz yatakta. hemen uykuya daliyoruz. oldu mu sana iki puan.
  • ramazan geldi - ehehe orucluyum ben, almiyim diyoruz. on dakika sonra televizyon basinda allah ne verdiyse goturuyoruz, kimsenin bizi gormediginden eminiz. huzurluyuz. uc mu dedi birisi?
  • facebooka girip barinak hayvanlarina destek gruplarini begeniyoruz - birisi barinaktan hayvan almak mi dedi, petshop dururken ne gerek var canim. dort puan olmusuz bile.
  • ona buna cemkiren yazilar hazirlayarak bilincliligimizi gosteriyoruz - alkis kiyamet yorumlar bizi bekliyor, 'az yazili, bol resimli' dergilerimizi sakliyoruz. bes puan cepte.
  • public icinde bizi gorenler kedi gibi oldugumuzu soyluyor - tum sekerligimizi sergiliyoruz, kapilari carpmiyoruz. ah sekerim tuzu uzatir misin diyoruz. neyseki kimse evden cikarken sinir krizi gecirdigimizi, okkali kufurler savurdugumuzu bilmiyor, biz hala seker ayseyiz. alti puan, zirvenin yollari tastan 10 puan cikardi beni beni bastan.
  • sevgilimize dunyanin en yakisikli/guzel insani oldugunu soyluyoruz. - onu pohpohluyor, gerekirse simartiyoruz. birkac dakika once baska birisiyle yiyistigimizi caktirmiyoruz. yedi puanimizi bozdurup harcayabiliyor muyduk?
  • hic kin tutmuyoruz - herkesin sevgilisini oynuyoruz. kimsenin arkasindan dolap cevirmiyoruz. en azindan arkada kanit birakmiyoruz. sekiz puan mi? sekiz ugurlu sayimiz.
  • yalan soylemiyoruz - soylersek kendimizi inandiribilir miydik diye dusunuyoruz hemen, panige kapilmiyoruz. durustluk timsaliyiz. hem ayrica biz ona yalan soylemek de demiyoruz, 'sordun da soylemedim mi?' diye cevabi yapistiriyoruz. dokuz puan, zirveye cok az kaldi.
  • kimsenin ayagini kaydirmiyoruz - kimsenin hakkini yemiyoruz. sadece onlari biraz bekletiyor biz siranin onune geciyoruz hakkimizi almak icin. dusene bir tekme de biz vurmuyoruz, sadece zaten dusmus birine yardim etmeye gerek gormuyoruz. ve zirve, disimizi tirnagimiza taktik ve 10 puanin sahibi biz olduk.
(Yzaarken Converting Vegetarians - Infected Mushroom dinledim)

Çekip gidesim var uzaklara

(yazim tarihi 27 Mart 2009)
"Londra kim bilir ne güzeldir şimdi. Alsam başımı gitsem, iliklerime kadar ıslansam yağmurun altında piccadillynin uğultusunda. Hyde parka gitsem sonra, koşsam dilediğimce. Sonra en yakın bella italia'ya uğrasam ufak bir pizza ısmarlasam kendime. Sonra oradan çıkıp flake'li dondurma alsam köşe başındaki sokak satıcısından. Marks and spencer'a da uğrayıp taze ahududu alsam, dondurmayla essiz olmaz mi? Oradan Hamleys'e uğrasam, oyuncak alsam kendime yeniden çocuk gibi hissedebilmek için. Günün yorgunluğuyla otele sığınsam, yağmurun sesiyle uykuya dalsam. Mükemmel olmaz mıydı?"


Bir arpa boyu yol gidememis olmam...